Yerli halkların küresel güçler tarafından sömürülmesi hala devam ederken, yönetmen Icíar Bollaín, 2010 yapımı ‘Yağmuru Bile’ filminde bunu yaratıcı ve etkili bir anlatımla beyaz perdeye taşıyor
Yönetmen Icíar Bollaín, 2010 yapımı “Yağmuru Bile” (También la lluvia) filminde yaratıcı ve etkili bir anlatımla dünya genelinde devam eden sömürüyü dikkat çekici bir şekilde beyaz perdeye taşıyor. Senaryosunu Paul Laverty’nin yazdığı film, 16. yüzyıl Avrupa emperyalizmi ile modern kapitalizm arasında koşutluk kurarak yerli halkların sömürüye maruz bırakılmaya devam edilmesine dikkat çekerek üç olay üzerinden anlatıyor: Yerli halkların İspanyollar tarafından 16. yüzyılda köleliğe maruz bırakılmasını, Bolivya yönetiminin gerçek hayatta ülkenin su arzının kontrolünü Britanya ve ABD merkezli bir şirkete vermeye çalışmasını ve film yapımcılarının Quechua halkına yaptıkları iş karşılığında yalnızca günde 2 dolar vermesini. Film, yalnızca Latin Amerika’da sömürüyü yansıtmaz, aynı zamanda sorunların insani tarafını da gözler önüne serer.
Aşağıdaki söyleşide yönetmen Icíar Bollaín, filmdeki rolüyle dikkat çekici bir performans sergileyen Juan Carlos Aduviri’yi anlatıyor ve yerli halkların filme katılma süreciyle ilgili karar alma mekanizmasına değinerek, “Bize iyi bir ders olacak bir şey yaptık ve bu ders bize onlar tarafından verildi” diyor.
‘Yağmuru Bile’ su krizi konusu nedeniyle mi çağdaş bir film, yoksa çokuluslu şirketlerin yerli halkları suistimal etmeye devam etmesine ilişkin olduğu için mi öyle? Bu konuda bir düşünceniz var mı?
Bir keresinde çalıştığım yazar Julia Llamazares, filmin kendi döneminin bir tanığı olduğunu söylemişti. Ben bunun doğru olduğuna inanıyorum. Bir film, kendi içinde her zaman belgesel bir yön barındırır. Bazı filmler süregelen bir şeyi ele aldığı için çağdaş olma özelliğinin fazladan bir unsurunu taşır. Ben bu filmin öyle olduğunu düşünüyorum. Bu film tek bir mücadeleyi gösteriyor ancak devam eden daha nicesi var. Su kesintilerinden ötürü ciddi sorunlar yaşanacak. “Yağmuru Bile” aynı zamanda çağdaş, çünkü geriye bakıp, geçmişten öğrenen ve geçmişi bugüne yansıtan bu dönemin insanları hakkında. Bu anlamda “Yağmuru Bile” bir şiir gibi. Şiirler de çoğunlukla sosyal sorunların tam ortasında yer alıyor.
Aynı filmde Gael ve Luis’e yer vermek tabii ki harika, ancak Juan Carlos Aduviri’nin performansının inanılmaz olduğunu söylemeliyim. Aduviri’yi yönetmenin nasıl olduğunu anlatabilir misiniz?
Juan Carlos çekirdekten yetişme bir marangoz. Kendisi bir oyuncu değil. El Alto’da yaşıyor ve uzun zamandır sinemaya ilgi duyuyor. El Alto’daki çocukların sinema okumak için asla fırsat bulamayacağının farkına varmış ve biraz hükümet parası ile finanse ederek kendi başına bir film okulu kurmuş. O bu projeyle uğraşırken, biz “Yağmuru Bile” filmi için oyuncu seçimi yapmak üzere El Alto’ya geldik. Bizi duymuş, ancak denemeye katılmamıştı, çünkü şöyle düşünmüş: “Benimle hiçbir ilgisi yok.” Ancak sonra biri onu gelmesi için ikna etmiş ve o da geldi. Doğaçlama yaptı ve neredeyse filmdeki gibiydi. Belli bir görünüşü var. Küçük bir adam ancak asla onu ezemezsiniz, hiçbir şekilde! Öyle bir onuru var. Onunla birkaç deneme yaptık ve onu o rol için istediğimi söyledim. Bana, “Emin misin? Ben oyuncu değilim. Bunu yapamam” dedi. Ben de “Eminim. Yapmana yardımcı olacağım, çünkü senin için zor olacak. Ancak sana yardım edeceğim” dedim. Juan Carlos hakkında inanılmaz olan şey ise tek bir kelime Quechua konuşamaması. O, Aymara halkından. Bu, işe zorluk kattı. Bilmediği bir dili konuşması gerekti.
Sormam gereken bir soruyu soracağım. Çünkü bu film aynı zamanda Bolivyalıların Kolomb’u konu alan filmde sömürülmesinin hikâyesiyle de alakalı…
Evet. Bu konuda fazlasıyla endişeliydik ve herkesin soracağı ilk sorunun bu olduğunu biliyorduk. Tabii ki saatte 2 dolardan çok daha fazlasını verdik. Bizim için gerçekten de iyi bir ders olacak bir şey yaptık ve bu ders bize onlar tarafından verildi. Su savaşlarına katılan asıl kişilerden bazılarıyla iletişime geçtik. Hâlâ su için mücadele ediyorlar. İlk olarak topluluklarının liderleriyle iletişime geçtik ve bize şöyle dediler: “Bizim için harika ancak önce onlara sormanız gerekir. Onlara film yapmalarını söyleyemeyiz.” O yüzden yerel meclislerine gittik. Dört saatlik bir toplantının ardından nihayet şöyle bir karar verdiler: “Evet, katılmak istiyoruz ancak her bir figürana ödeme yapmanızı ve aynı zamanda ait oldukları her bir toplulukla katılmalarını istiyoruz.” Eşitsizlik olmadığından emin olmak istediler. Yani her şeyin birkaç kişiye verilmesini ve herkese dağıtılmamasını istemediler. Yolsuzluğun önüne geçmek için nakit olarak değil, materyallerle ödeme yapmamızı istediler. Biri bizden okulun inşasını bitirmek için 2 bin adet tuğla istediğinde ona 2 bin tuğlayla ödeme yaptık. Diğerleri ise su veya kamyonet için yardımcı olabilecek şeyler istedi. Ve bizim için ders buydu.
Bu film sonsuza kadar yaşayacak
Film, bir oyuncu grubunun ve bir film ekibinin Kristof Kolomb’un ‘keşfettiği’ Karayip kıyılarının uzağında yer alan Bolivya dağlarına çekim için gelmesiyle başlar. Yapımcı Costa (Luis Tosar) yerlilerin figüran olarak günlük 2 dolara çalıştırılabilmesiyle övünür, masrafları kısmak amacıyla haç dikmek için onları kullanır. Kolomb’un yüzyıllar önce yaptığı gibi, yerel halkların köleliğe maruz bırakılmasına karşı çıkan Bartolomé de las Casas’ın hayatını konu alan filmde de yerli halk sömürüye maruz bırakılır. Bu, yönetmen Sebastian’ın (Gael Garcia Bernal) yaklaşımından anlaşılabilir. Çalıştırılan oyunculara sempati duyar gibi gözüken yönetmen Sebastian için de film her şeyden önemlidir. Ancak Bolivya’da çekilen filmde önemli bir yardımcı oyuncu da vardır: Daniel (Juan Carlos Aduviri). Daniel, yalnızca setteki bir oyuncu değildir, aynı zamanda hükümetin suyu özelleştirmesine karşı düzenlenen protestoların lideridir. Costa, Daniel’in protestoyu bırakıp filmi riske etmemesini talep ederken, Sebastian ise Kolomb’un hikâyesini yenilikçi bir şekilde dünyaya sunma gayesinin eseri olur ve şöyle der: “Protestolar unutulacak ancak film sonsuza kadar yaşayacak! Ancak Daniel, yanıtını çoktan vermiştir: ‘Su hayattır’
HABER MERKEZİ