Yaşanmış bir olay, bir dönemler ortaokullarda verilen medya eğitimi dersinde elinde gazeteyle ders giren öğretmen, öğrencilere üçüncü sayfada yer alan bir iş kazası haberini okur. Haberde kaza sonucu kolu yırtılan ve özel bir hastaneye giden bir işçinin kolundaki yırtığın önce dikildiği, ardından işçi tedavi parasını ödeyemeyince, dikişlerin tekrar söküldüğü anlatılmaktadır. İşçinin kolu sonra bir devlet hastanesinde tekrar dikilmiştir. Öğretmen haberi okuduktan sonra, sınıfa, kimin kusurlu olduğunu sorar. Öğrencilerin çoğu doktoru, bir kısmı paralı sağlık sistemini sorumlu tutar. Arka tarafta tartışmayı dinleyen ve susan bir öğrenci parmağını kaldırıp ayağa kalkar, söylenenlere katıldığını söyleyerek “işçinin hiç mi kusuru yok, bir insan nasıl olur da sırf parası olmadığı için dikilmiş kolunu, dikişlerini tekrar sökülsün diye doktora uzatır, buna nasıl razı olur” der.
Ramazan Karabacak, Bartınlı bir kaynak işçisi. İstanbul’da belediyeye iş yapan bir taşeron firmadan ücretlerini alamayan ve büyük maddi sıkıntı yaşayan inşaat işçisi 8 Ocak Çarşamba günü, Ataşehir Belediyesi önünde bedenini ateşe verdi. Hastaneye kaldırılan 2 çocuk babası işçi halen yoğun bakımda tedavi görüyor. Aynı gün Ankara’da 2 yıldır ücretlerini alamayan TOKİ işçileri, Meclis kapısına kendilerini zincirledi. İnşaatlarda ücretini alabilmek için vinç veya bina çatısına çıkan işçi haberleri oldukça arttı. Aynı şekilde işçiler arasında geçim sıkıntısı, işyerinde uğradığı baskı vb. sebeplerle intihar vakalarında ciddi artışlar yaşanmaya başladı. Nitekim TÜİK verilerine göre de geçim zorluğu intihar nedenleri içinde 3. sırada bulunuyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verileri, 2017 yılında en az 89 işçinin işyerinde veya işyeri dışında işe bağlı nedenlerle intihar ederek yaşamını yitirdiğini gösteriyor. 2016 yılında ise en az 90 işçinin intihar ettiği tespit edilmiş bulunuyor. Bu tespitlere son iki yılda atanamadığı için hayatına son veren 50 öğretmeni de eklemek gerekiyor.
Ocak ayının ilk haftası, İSİG 2018 işçi cinayetleri raporunu yayınladı. Rapora göre 2018 yılında en az 1923 işçinin cinayetinde hayatını kaybettiğinin tespit edildiğini yazıyor. İşçiler ekmek parası kazanmak adına çalıştığı işte işçi cinayetlerinde veya geçim sıkıntısı ya da ağır iş koşulları nedeniyle intihar ederek hayatlarına son veriyor. İş bulamayanlar ise işsizlik nedeniyle canına kıyarak ölüyor. İşten veya işsizlikten işçinin payına sadece yoksulluk ve ölüm düşüyor. AKP 17 yıllık iktidar döneminde, ülkeyi patronlar için ucuz iş gücü cennetine çevirirken, işçilere tam bir cehennem yaratmış bulunuyor. İşçiler ücretlerini alabilmek için bile mücadele etmek, intihar girişiminde bulunmak zorunda kalıyor. Güvencesizlik ve taşeron temel çalışma şekli haline dönüşürken, kuralsızlık bir kural olarak işçiye dayatılıyor. Açlık ve ölüm arasında tercihe zorlanan işçi, ölümüne çalışmaya boyun eğiyor. İşçiler çalışırken ya da çalışmadığı için ölüme sürükleniyor. Krizin giderek ağırlaştığı düşünüldüğünde yakın zamanda benzer haberlerin yaygınlaşacağını öngörmek gerekir. Cehennemin henüz kıyısında geziniliyor, gerçek yıkım henüz başlamadı.
Bu anlatılanlar neredeyse herkes tarafından ezbere biliniyor. Kimisi okuyarak, işçiler ise yaşayarak ölümün fıtrat olarak dayatıldığı koşulları ve sonuçlarını öğreniyor. Yaşanmakta olan işçi kıyımının temel sorumlusu, patronların hizmetindeki saray hükümetidir. Bu doğru ve önemli bir tespit, fakat bunu tespit etmek işçilerin yaşanan kıyıma neden izin verdiği sorusuna yanıt üretmemektedir. 17 yılda 30 bine yakın işçi, işçi cinayetlerinde katledildiği halde neden hala ölümüne çalışmaya devam etmekte, direnmek yerine işçiler neden intiharı tercih etmektedir? Sorulması gereken temel soru budur. Zira siyasal iktidarı sorumlu tutmak herhangi bir şeyi çözmeye yetmiyor.
Ayrıca patronların hükümetinden başka bir şey beklemek gereğinden fazla naif bir tutum olur. Bu naif ama boş duruşu yaratan güçsüzlükten ve uzun yılların ataletinden beslenen mağduriyet psikolojisi ve politikasıdır. Bu politikadan beslenen sinik dil, gerçeği yaratan güç karşısında hiçbir şey yapılamayacağı inancı veya duygusuyla, salt teşhir etmeye, taşını atıp, lafını dokundurup geçmeye dayalı bir söz söylemeye dayanır. Oysa işçilerin ihtiyacı olan kendi yaşadıklarını onlara daha ayrıntılı rakamlarla tekrar anlatılması değildir. Elbette bu faydalıdır ancak, bu tespit ve teşhir bu durumdan nasıl çıkılacağı sorusuna bir cevap bulmak amacıyla yapılıyorsa anlamlıdır. İşçiler çaresizlikten ölümüne çalışıyor ve intihar ediyor. Onları çaresizliğe itekleyen temel olgu esnek üretimin sınıf aidiyetlerini ve örgütlerini parçalayarak işçiyi yalnızlaştırmış olmasıdır. İşçileri örgütlenmeye ve direnişe çağırmak bir şeydir, örgütlenecekleri militan sendikal yapıları ortaya çıkarmak, güvenip arkasından kavgaya girişecekleri siyasal gücü oluşturmak başka bir şeydir. İşçinin şikâyete değil umuda, umudu büyüteceği adrese ihtiyacı var. Yakınmak değil çözüm üretmek çözümü hayata geçirecek gücü oluşturmak durumuyla yüz yüze olunulduğu görülmelidir.