Kuş ölür, nasıl da bildi bahtsız kadın, şimdi kim hatırlasın uçuşu! Ne gök mavisi, ne leylak kokusu, bir çalı bile örtemediyse gece uykusunu, neyi duyursun kanayan kanat sesleri? Avcılar üşüşür, yırtıcılar çekiştirir, mazisinden uçurulmuş düşlerine temren ve hançer kurulur. Kuş ölür, öyleyse kimse hatırlamasın uçuşu! Ne taze yapraklar, ne sabah esintileri, en duygusuz eller söndürsün çocuksu bir lamba tasarımının renkli alevlerini. Renksiz ve ikilemsiz ve de tereddütsüz, dönüp bakılmaz. Beklemek, yüreğin kelimelere dilsiz dizilişi. Kimsenin vakti yok, zamanının önünde yürür herkes. Yarasından ancak kan boşanan çocuk bekler başını, bir başka çocuğun. Ve birbirinin yarasına gömülünceye dek bir tek onlar söyler: “Kan durmaz, hep boşanır kan.” Zulümleri haber verir gibi, yaklaşan felaketi duyurur gibi yinelese de başka bir dildendir, anlayanı çıkmaz söylediklerinin. Kuş ölür, kimse hatırlamasın öyleyse, ne gök mavisini ne de yağmur kokulu kanat seslerini.
“İlkinde çığlıklar ağdı göğe” dediğine aldırma. Kimseye uymaz, şairin uydurduğu. Yüzler, binleri bulduğunda ve ölümlerin sonu gelmediğinde gelmedi sessizlik ve üst üste yığıldığında görülmez oluvermedi cesetler. Hatırlamıyor Brecht, hiç kopmadı o çığlıklar. İlkindeki sessizlikti, son ölünün gözlerindeki. Çıplaklığına üşüyen bir çocuk düştüğünde susmadı müzik, titremedi ya yürek, kimse hatırlamaz şimdi yüreğince incelmiş “Güven” dolu bir kadının kederden üstün sözlerini. Öyleyse üşümez, kimseler üşümez bundan böyle. Çünkü başlayan av mevsimidir, kar altında kaynayan sıcak kan saatidir vuran şu ayaz zamanın dişlerinde. Baltanın ağzında buz kesilen, ağacın çığlığı. “Sessizliği burgu gibi deler” dese de artık bir yalandır Neruda, ilk günkü karanlığında boy veren. Madem sesinde pırıl pırıl bir güç olan halktır, neden çarmıhta parmakla sayılır söylenmeden sönüveren bütün kelimeler. Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa gerçekten tohuma mı durur şimdi, ölüm her şeyin kılığında böyle capcanlı yeşerirken mi yeniden? İşte, filizlenmeyen bir buğday düşüdür en fazla, yağmur mırıldanan sağır dudaklarda işittiğin son mısraların.
Kuş ölür, öyleyse kimse hatırlamasın karanlık göklerden zümrüt yeşilli göllere süzülüşünü senin? Yırtıcılar üşüşür, gök çekilir. Hecelemeden bir çırpıda söyleyebiliriz: Ne bozulan gözlerimizdi, ne düş kuramayan tedirgin düşüncelerimiz. İşte, aldanmış suskun bir çocuktur orada Mayakovski. Dünya değil, güçlü sesiydi bozguna uğrayan, elinde kanlı bir yürekle çıka geldiğinde. Erken koşan coşkusu kırılan sesin, geç renk değiştiren inancı gökyüzünün. Bozgundu, daha ilk günkü yalandı. Gözlerinin içine söylediği gibi günlerce bakmamıştı, denize yakın mağaralardan bir açlık ve susuzluk seferinden dönen Yorgo Seferis. Sen onu, o seni tanırdı hâlbuki birbirinizi hiç görmeden de. Bir anımsamama inceliğiydi, sonraki tüm söylenenler. Acı! Suskuya çıkar çürük diş izleri, kül uluyan tüm yabanıl dillerin hüzün eşiğinde. Sevda bahçesinde çiçeklerinin yerinde mezar taşları bulan Blake, bugün yalnızca onun, ilk kırılganlığına yatkın bir tek onun topraktan elleri sıcak biçimler verir, yaşamın buzullar içindeki sönmüş hayallerine. Kendi zamanının kaskatı pençeleri, geriye kalan duygusuz bütün yüzler. O yüzden kuşlar öylece ölür ve gecikir, yağmur hep gecikir. Gölgeleri örtünür kar. Terleyen de titreyen de vakitsizce. Hep öyle söylenir inanma, ozanca söylenmiş hiçbir şeye kanma. Olması gerektiği gibi, her şey vakitlice. Yaşamak da yaşamamak da. Ama hatırlamak o başka bir şeydi, kuş öldüğünde hatırlanmayan her şey.
Buz sarkıtlarını içeriden çatlatan sıcak bir soluğun buğulu titreşimleri gibi. Ama bir bedeli var, Leylaca nefes alıp vermenin. Uyuyan bir bebeğin kalbini dinlemenin de, çocuğunu gömen yaşlı bir kadının gözlerinin içine bakabilmenin de. Tutkulu olanı, yürekli olan izler. Bir bedeli var unutmamanın da, bir yaranın içinde susmuş kanın sesini duymanın da. Avcılar koşturur, açlar dadanır, yırtıcılar çekiştirir. “Kuş ölür” diyen, öncesini hatırlamasa da olur. Zemheride bir dokunuş, bir buğulu nefes, savaklarından kurtulan alev nehirlerinin önceki sessizliği. Leyla’nın sesi, unutulanın bilgisi: “Kuşlar uçar, zamanın başlangıcından bu yana kuşlar hep uçar…”