Faşizm, İtalya’da Mussolini döneminde ortaya çıktı. Daha sonra Almanya’da Hitler, İspanya’da Franko, Portekiz’de Salazar, Endonezya’da Sukarno, Arjantin’de Peron, Şili’de Pinochet ve başka ülkelere yayılarak günümüze kadar varlığını sürdürdü. Bu tarihsel süreçte her ülkenin kendi koşullarına göre niteliğe bürünen faşist hareketlerin birçoğu kendilerini faşist olarak nitelemedi. Ancak her birinin benimsediği faşizmin genel ilkeleri vardı. Bunlar, liderlik ilkesi, milliyetçilik ve vatanseverlik ilkesi, ırkçılık ve üstün ırk ilkesi, otoriterlik ve totaliterlik ilkesi, rejim karşıtlarına terör uygulanması ilkesi, popülizm ilkesi ve antikomünizm ilkesidir.
Bu ideolojik ve siyasal ilkeler, faşizmin olduğu her ülkede geçerli olmuştur. Ayrıca ister iktidarda ister muhalefette olsun tüm faşist partilerde devlet ve toplum yaşamının tüm alanlarını kapsayan tek ideoloji, tek tip düşünce, tek lider, tek devlet, tek millet, tek ırk, tek dil, tek din, tek mezhep diktatörlüğü geçerlidir. Ancak her ülkedeki uygulama başka ülkelere örnek teşkil ederken, o ülkenin özgün koşulları ve tarihsel geleneklerine göre bazı farlılıklar da içermiştir.
Türkiye’deki faşist hareket Hitler’in Nazizm’ini temel alarak kendisini ülkücü ve milliyetçi hareket olarak tanımlamıştır. Türk faşizmi, Hitler faşizminin etkili olduğu 1930 boyunca Kemalist iktidarın özdeş toplum yaratma çalışmaları için temel teşkil eden Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi Türkçülük, milliyetçilik, ırkçılık ve ülkücülük ilkeleri üzerinden gelişmiştir. Bu ortak tarihsel geçmiş nedeniyle CHP, MHP’yi hiçbir dönemde faşist hareket olarak nitelememiş, onu korumuş ve kollamıştır.
Faşist hareketin uzun erimli bir süreçte istikrarlı gelişimi, konjonktürel değişikliklere göre geçici bir olgu olarak değil, kendi tarihsel süreci içinde oluşan gelişim dinamiklerinin bir sonucu olmuştur. 1960’lı yıllardan itibaren gelişen ekonomik, siyasal ve toplumsal krizler ve bunun yarattığı askeri müdahale süreçleri faşist hareketin gelişim seyrini etkilemiştir. Tarihsel süreç boyunca Türkiye’de kapitalizmin hızlı ve çarpık gelişiminin siyasal ve toplumsal çalkantıları, sınıfsal ayrışma ve politik saflaşmaları hızlandırması, diğer ideolojiler için olduğu kadar, ülkücü faşist hareket için de uygun bir zemin ve sınıfsal taban yaratmıştır.
Siyasal ve toplumsal sürecin yarattığı hızlı değişime/dönüşüme karşı şehir orta ve küçük burjuva sınıfların tepkileri, faşist hareketin temel toplumsal dinamiğini oluşturmuştur. Kitlelerin mülksüzleşmeye ve yoksullaşmaya karşı oluşan tepkileri de, faşist hareket tarafından faşist ideolojinin bilinen tüm istismar yöntemleriyle kendi potasında eritilmiştir. Kitlelerin eski güzel günlere özlemi, milli ve manevi değerlere olan bağlılığı, değişime karşı duyduğu kin ve öfkesi, devrimcilere, demokratlara, ilericilere, Alevilere, Kürtlere, Rumlara, Ermenilere, Araplara doğru yönlendirilmiştir.
Uzun tarihsel süreç boyunca ülkücü faşist hareket öncelikle sistemden kaynaklanan ulusal, sınıfsal, etnik, kültürel, inançsal farklılıkları ve toplumsal tepkileri kullanarak Türk oligarşisinin desteğinde gelişmesini sürdürmüştür. Bu bağlamda 1960’lı yıllarda sosyalizme ve yükselen devrimci gençlik hareketine, 1970’li yıllarda etnik, dinsel ve kültürel farklılıklara, 1990’lı ve 2000’li yıllarda Kürt özgürlük mücadelesine karşı ırkçı politikalar izleyerek bugünlere gelmiştir. Bu süreçte hemen her partiyle (AP, MSP, RP, DSP, ANAP ve son olarak AKP ile) iktidar ortaklıkları kurarak gelişmesini sürdüren Türk faşizminin rafine partisi MHP, CHP ile de 2014 seçimlerine kadar yerel seçim ittifakları yapmıştır.
Faşizm ve anti-faşist mücadele sorunu, sol ve sosyalist hareketin son 60 yıllık tarihinde en çok tartışılan, fakat bir o kadar da üzerinde anlaşma sağlanamayan ve ortak bir tutum geliştirilemeyen sorunlardan biridir. Yaşanılan onca acı tecrübelere rağmen bugün hala kavram kargaşası sürmekte, her baskı ve terör faşizm olarak nitelendirilmektedir. Gelinen aşamada yüzde 15’lere varan oy desteğine ulaşması, Başkanlık rejiminin kilit partisi olması, devlet ve toplum hayatında kazandığı siyasal meşruiyet nedeniyle önümüzdeki süreçte yeni roller üstlenme potansiyeli, giderek genişleyen toplumsal dinamikleri gibi unsurları bakımından ülkücü faşist hareketin karakterini yeniden sorgulamak önem kazanıyor.