Özal dönemini okuyucularımızın büyük kısmı hatırlar, hatırlamayanlar ise ‘Çankaya’nın şişmanı, işçi düşmanı’ diye yazdıklarında döneme dair birçok haber ve yoruma rastlayacaklardır. Turgut Özal kısa ve kilolu yapısıyla Genel Başkanı olduğu Anavatan Partisi 1983’ten 1991’e kadar aralıksız iktidarda kaldı. Özal ise 1989’a kadar Başbakanlık yaparken, 1989 yılında Cumhurbaşkanı oldu ve 1993’te yaşamını yitirene kadar Cumhurbaşkanı olarak kaldı. Turgut Özal ile uzun ve formda yapısıyla şimdiki Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan arasında bir paralellik kurmak birisinin kısa diğerinin ise uzun olması dışında zor olmasa gerek. Her ikisi de islamı referansları olan insanlar.
Özal döneminde açıktan islami siyasal iktidar modeli gündeme gelmemesine karşın, Özal her zaman körfez sermaye çevreleri ile ismi hep yanyana getirildi. 2002 yılından bu yana benzer bir süreci daha ileriden yaşadığımız ise bir gerçek. Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri devlet idolojisi olan Atatürkçülük artık gündemden düştü. Günümüzde atılan her siyasi adım, ‘din’ sözde referans gösterilerek atılmakta. Özal ne kadar sermaye dostu ise mevcut iktidarda bir o kadar sermaye dostu olduğu çok net görülüyor.
Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Eylül 2011 yılında düzenlenen ‘19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi ve Fuarı’nın açılışında, “Batı tarihinde köleliliğin kaldırıldığı doğrudur, ancak emek üzerindeki sömürüye hâlâ tam olarak son verildiğini söylemek mümkün değildir” sözleri dikkat çekmişti. Yine aynı yılın mayıs ayında tekstil patronlarıyla buluşan Erdoğan, “Bu sektörde yaklaşık 2 milyon çalışan var. Bunların sadece 350-400 bininin kayıt içinde çalıştığını biliyoruz. Bunun farkındayız ama katlanıyoruz.” sözleri ile emek sömürüsünden söz eden sözlerini bir araya getirdiğimizde sizce ne anlamalıyız?
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, geçtiğimiz günlerde ‘Yerel Yönetimler Sempozyumu’nda söylediği şu sözler ise gerçekten inanılmaz, “Bu kapitalizm nelere muktedir; orman morman ne varsa kesip atıyor. Doğa ne olmuş umrunda değil!” sözleri ne anlama geliyor, anlayan varsa beri gelsin. Erdoğan, bir fanusun içinde yaşayıp kendisine gösterilenle yetinmiyorsa eğer, kendisi de çok iyi biliyor olmalı ki, Türkiye’de 16 yıldır kapitalizmin daniskası yaşanıyor.
Aynı toplantıda İZBAN grevini ertelemiş olmakla adeta gurur duyuyor ama kapitalizmi kötülemekten geri durmuyor. TOBB toplantısında açıkça OHAL’i patronlar rahat etsin diye uyguladıklarını söyleyen Cumhurbaşkanı, hiçbir kapitalist ülkede bu kadar açık bir dille emek düşmanı ve sermaye yanlısı bir sözü duyamaz. Sadece bu sözler üzerinden bakınca bile en vahşi kapitalist uygulamaların olduğu bir ülkede yaşadığımız gerçeğiyle yüzyüze kalıyoruz.
İktidarları döneminde dağı-taşı, ovayı-merayı, kıyıyı-tepeyi betona gömerlerken TOKİ’ye hala güzellemeler yapılıyor olması gerçekten halkın aklıyla dalga geçmek değilse nedir ben bilemedim! Cumhurbaşkanı, “İnsanoğlu toprağa yakın yaşamalı, topraktan uzak yaşamamalı. Eğer arazilerimizi değerlendirirsek yer çok. O zaman vatandaşın huzuru da farklı olur. İşte ben son bir yıldır özellikle bu millet bahçelerinin üzerinde duruyorum” ifadeleri ne anlama geliyor?
Meclise Ruh Sağlığı ile ilgili bir yasa tasarısı geldiği açıklandı. İçeriğinden bağımsız şunu söylemek gerekiyor gerçekten tüm toplum olarak hepimiz ruh sağlığımızı yitirmek üzereyiz ya da en azından ben bu durumdayım. Uygulamaları başka, söylemleri bazen başka! bazen bir başka. Bazen uygulamlarıyla söylemleri aynı ama her zaman saçma ve bizleri gerçekten aptal yerine koymaktan öte deli yerine koyabilecek söylemler ve uygulamalarla yüz yüzeyiz. Yani yeter artık da! Biz de insanız! Sizin kadar kafamız çalışmasa da kendi akılımız bize yetiyordu onu da kaçırmak üzereyiz artık!
Şu paragrafı okuyupta çıldırmayacak biri varsa ona da bravo: “Şehir demek medeniyet demektir. Bazıları medeniyeti sadece fiziki yapı veya kültürel iklim olarak görür. Medeniyetin özünde inanç ve ahlak vardır. Denizlerimizin kenarlarında, orman alanlarında buraları betona çevirme gayreti içinde olanlar var. Bu kapitalizm nelere muktedir. Orman falan kesiyor, götürüyor. Dikey mimari yapayım, malı götüreyim. Biz medeni olmayı bileceğiz ki o beton yükselişlerde değil, toprağa yakın olma anlayışında bulunacağız. Kimsenin gözyaşına bakmayacağız, yıkılacaksa yıkacağız. Biz böylesine köklü bir değişimin, merkezi ve mahalli idarelerin işbirliği ile olacağına inanıyoruz. Amacımız 82 milyon vatandaşımızı kucaklayacak bir çalışma ile ülkemizin her köşesinde değişimi gerçekleştirmektir.”