Bazı insanlar güzel kitaplara benzer. Kapağının altında müthiş bir dünya barındırdığını ancak açıp okumaya başlayınca anlarsınız; çok satmaz o kitaplar, ama onları keşfetmeyi başarmış şanslılar tarafından çok sevilirler. İşte bazı insanların hayatı da öyle; bir yere odaklanmış ve orada kendilerini bulmuşlardır. Yıllarını o alanda kazı yapmakla geçirirler, olağanüstü şeyler ortaya çıkarıp sığ dünyamıza anlam ve derinlik katarlar, sonra da bir derviş gibi çekip giderler aramızdan. Sessiz gidişlerinin üzerimizdeki etkisi, bir filmin belli bir sahnesinde ortam gürültüsünün aniden kesilmesiyle ortaya çıkan olağanüstü etkiye benzer.
İşte, yaşamdan elini ayağını çekerken bile gürültü yapmamaya çalışan, “Dünyadaki yolculuğunu tamamladı, dilediği gibi dün toprağa karıştı” diye kısacık bir not bırakıp giden Gülriz Sururi… Uzun bir yolculuğa hazırlanır gibi, gitmeden ortalığı derleyip toplar gibi, o son güne dair her ayrıntıyı planlamış, sahip olduğu mülkün anahtarını olabilecek en güzel yere, Nesin Vakfı’na teslim ederek son nefesini vermiş bir zamane azizesi.
Bu hafta başında, farklı coğrafyalardan iki güzel insan daha dünyadaki yolculuğunu sessizce tamamlayıp öte tarafa göç etti. Tanışma ve uzunca sohbet etme fırsatı bulduğum için kendimi şanslı saydığım iki isim: Jocelyne Saab ve Asen Balikci. İkisi de İstanbul’da düzenlediğimiz Documentarist’te konuğumuz olmuştu farklı yıllarda.
Jocelyne Saab, gazetecilikten sinemaya geçerek kendini daha çok belgesellere adamış Lübnanlı bir yönetmen. Dünyanın farklı coğrafyalarında belgeseller yapmış, kurmaca filmlere de imza atmış, son dönemde çağdaş sanat ve video-art işlerine yönelmiş, ama en çok Lübnan İç Savaşı’nı içeriden yansıtan belgeselleriyle tanınmış bir sinemacı. Tanınmış dediğime bakmayın, sinemanın şaşaalı dünyasında hiçbir zaman “yıldız” olmamış, filmlerine kaynak bulmakta hep zorlanmış, erkek egemen bir sektörde kadın olmanın zorluklarını da yaşamış biri. 2015’in sonlarında yaptığımız söyleşide iç savaş şartlarında film çekme motivasyonunu şöyle özetlemişti: “Elinizde kamera varken kendinizi emniyette hissediyorsunuz, tabii bu bir yanılsama. Ama kendimi güvende hissediyordum çünkü bir şey yapıyordum. Bir şey yaptığınız anda, artık oradan tesadüfen geçen biri değilsiniz. Orada olmak için bir sebebiniz var, gerçekliğe tanıklık etmek gibi bir misyonunuz var.”
Asen Balikci, yüzyıl başında İstanbul’da Bulgar bir ailenin çocuğu olarak doğmuş, erken yaşta göçmenliği tatmış, önce İsviçre’ye sonra Kanada’ya göç ederek eğitimini oralarda yapmış ve dünyanın en önemli antropologları arasına girmiş bir araştırmacı ve belgeselci. Görsel antropolojinin kurucusu olarak biliniyor; özellikle Netsilik Eskimoları üzerine yaptığı araştırma ve filmler dünya antropoloji literatürüne girmiş. Duvarın yıkılmasının ardından Doğu Bloku’nda yaşanan muazzam toplumsal dönüşüme tanıklık etmek için, bu sefer tersine göçle Kanada’dan Bulgaristan’a taşınmış ve son yıllarını orada geçirmişti. Bir söyleşide mesleğini şöyle tarif etmişti: “Profesyonel bir yabancıyım. Bir kültür hakkında ne kadar çok bilgilensem de, o kültüre ait değilim.”
Bu iki güzel insan, işlerinini fazla gürültü yapmadan ifa ettiler ve usulca geçip gitti dünyamızdan. Ölümleri, sosyal medyadaki tek tük paylaşımlar dışında anaakım medyada haber bile olamadı. Elbette bu dünyadan gürültüsüzce göçmeleri, onların gidişini sessizce geçiştirmemize gerekçe olmamalı. En azından filmlerinin hatırlanmasına/keşfedilmesine ve bir yerlerde seyirciyle buluşmasına vesile olur umarım.
Ne güzel demiş Stefan Zweig, ‘Olağanüstü Bir Gece’de: “Bir kez kendini bulmuş olan kişinin bu yeryüzünden yitirecek bir şeyi yoktur. Ve bir kez kendi içindeki insanı anlamış olan, bütün insanları anlar.”
İçindeki insanı anlayarak bizi de anlamış ve anlatmış olan iki insanı daha yitirdik. Güle güle Jocelyne, güle güle Asen…