DTK Eş Başkanı ve HDP Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’in Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit politikalarına son verilmesi için başlattığı açlık grevi 62 gündür devam ediyor. Hapishanelerde bu talebe sahip çıkmak ve Leyla Güven’e destek vermek amacıyla başlatılan açlık grevleri yayılarak devam ediyor. Ne yazık ki, hapishanelerden yükselen bu haklı çığlık henüz yeterince duyulabilmiş değil. Özellikle batıda, neredeyse bir duymazlık halinin hâkim olduğu bile söylenebilir. Genel olarak Kürt sorununda batıda hâkim olan suskunluk hali, açlık grevi eyleminde çok daha belirgin hale gelmiş bulunuyor.
Kendisi de bir zamanlar Nazi olan Alman bilim kadını Elisabeth Noelle Neumann, bu durumu Suskunluk Sarmalı olarak tanımlıyor. Kurama göre insanlar, kendini güçsüz hissettiği zaman içine kapanarak fikrini beyan etmekten kaçınır. Çünkü herkes, içinde yaşadığı toplum tarafından dışlanmaktan, genel-geçer görüş sahiplerince damgalanmaktan korkar. Susmak, bu korkuya karşı alınan bir tedbirdir. Farklı fikir sahibi birey, toplum tarafından dışlanmayı göze almaktansa kabuğuna çekilir ve sessizliğe gömülür. Gördüğü haksızlıkları görmezden gelmeye, görüyorsa da ses etmemeye başlar. Dahası, toplumsal onay alabilmek, kendini koruyabilmek için yaygın görüşün yanında saf tutar, onu yüksek sesle dillendirmeye başlar. Bu sarmal, hâkim görüşü güçlendirir. Hâkim görüş sarayın görüşüdür.
Leyla Güven’in açlık grevi karşısında hâkim olan suskunluk halini, aslında Kürt sorununda nerdeyse devletle yan yana gelme durumuna yol açan, politik tercihlerin yansıması olarak okumak gerekir. Devleti ve tabana hâkim şoven duruşu karşısına almamak adına, içerisine sıkışılan bu suskunluk sarmalı, politik olarak şovenizmin saray tarafından kullanışlı bir aparat olarak kullanılmasına yol açmaktadır. Her kritik eşikte devlet Kürt sorunu üzerinden kendisini topluma dayatmış ve bunda başarılı olmuştur. Bu başarıda sosyalist hareketin büyük çoğunluğun inceltilmiş bir şovenizmin etkisinde olmasının da payı büyüktür. Bu hareketin önemli bir kısmı, toplumsal tabanını büyük oranda Kemalist orta sınıftan sağlamış olması, kendisi de büyük oranda oradan gelmiş olması nedeniyle, bu tabanla karşı karşıya gelmemek adına Kürt sorununda hep geri durmayı tercih etmiş, şovenizmle açık bir hesaplaşmaya girmekten kaçınmıştır. Bu kaçış her durumda kendisini sol söylem üzerinden teorize etmiş, bu teorize ediş hali ne yazık ki Kürt halkı ile sağlıklı dayanışma ve ortak mücadele koşullarının oluşmasını engellemiştir. Tecrit ve tecride karşı başlayan açlık grevleri karşısındaki tutum alış da benzer bir karaktere sahiptir.
Kürt halkının temel taleplerinin, batıda marketlerde poşetlerin parayla satılması kadar gündem olmaması acı verici olduğu kadar bir çeşit muhalefet etme anlayışının da yansımasıdır. Sarayı, devleti, sermayeyi ve egemen şoven dalgayı doğrudan karşıya almadan siyaset yürütmek, sarayın saldırılarından bir çeşit korunma alanı yaratsa da sürdürülebilir değildir. Oysa İmralı’da yürürlükte olan tecrit ve Kürt halkına karşı sürdürülen savaş politikaları, doğrudan işçi sınıfı ve yoksul halkların yani bu ülkenin sorunudur. Kabul edilmelidir ki devletin Kürt politikaları ile İmralı politikaları arasında ve elbette ki Kürt politikaları ile ülkenin demokratikleşmesi arasında doğrusal bir ilişki vardır. İmralı’da tecrit Kürt halkına karşı savaş anlamına gelir. Kürt halkına karşı savaş, AKP-MHP-Ergenekon ittifakının yani sarayı ayakta tutan iktidar bloğunun birleştirici unsurudur. Tecritin sona ermesi Kürt sorununda demokratik çözüm imkânlarının belirmesi anlamına gelir. Bunun batıdaki karşılığı, gazetecilerin serbest kalması, KHK ile işinden olanların işlerine dönme imkânlarının belirmesi, sınıf mücadelesinin üzerinde kurulan siyasal baskının gevşemesi, toplumun nefes almasıdır. Saray iktidarını baskı ve savaş politikaları üzerinden yürütmekte, her çeşit toplumsal hak arama eylemi bu baskı politikaları ile engellemektedir. Bu nedenle Kürt sorununda demokratik, adil bir çözüme yönelik politikalar, ancak savaşa ve tecrite karşı güçlü bir halk hareketi sayesinde mümkün olacak demektir. Tecritin devamı savaşın devam etmesidir. Savaş hem ekonomik hem de insani değerleri ve imkânları tüketen vahşi bir değirmendir. Yaşanan ekonomik krizin sebepleri arasında, yıllardır savaşa harcanan devasa kaynağın hesabı henüz ortaya konmamıştır. İşçi sınıfı ve yoksullar hem savaşın mali yükünü omuzlamakta hem de çocuklarını ölüme göndererek insani faturasını da üstlenmektedir. Tecrite karşı çıkmak savaşa karşı çıkmaktır. Tecrite karşı çıkmak saraya karşı çıkmaktır.
HDP milletvekili Leyla Güven’in talepleri aslında ülkenin talepleridir. 62. gününe giren açlık grevi karşısındaki sessizlik duvarı bir an önce kırılmalı, hapishanelerden yükselen sese yanıt verilmelidir. Bilinmelidir ki savaş naraları atanların çığlıkları elbette son bulacaktır ancak, “her şey bittiğinde, hatırlanacak şey; düşmanların sözleri değil, dostların sessizliği olacaktır.”