Tarihin ana damarı; ahlaki-politik toplum ve onun toplumsal emeğiyle şekillenmiştir. Toplumsal emek olgusu, oluşturucu güç olarak tarihsel akışı belirlemiş, bu güç toplumların kültürel varoluşunu belirlemiştir. Bu nedenle tüm hiyerarşik ve sınıflı uygarlıklar kendisini bu toplumsal emeğin gaspı üzerinden var etmiş, kültürel oluşumunu karşı devrimle bu birikim üzerinden sağlamıştır. Hiyerarşi ve iktidarların tüm inşa gerekçelerinin altında, toplumsal birikimlerin gaspı yatar. İktidar ve hiyerarşilerin ezici çoğunluğu, yoğunlaşmış toplumsal emek üzerinden şekillenir. Fakat hedeflenen ahlaki ve politik referanslarından soyutlanmış, yalnız ve köksüz bir emek olgusudur. Var oluş dinamiklerinden koparılmış emek ve birey olgusu, iktidarların sistemsel inşalarının en temel hedeflerindendir. Her şeyin toplumsal zenginlik için üretiminden, iktidarın ve devletin bekası için üretim ve emeğe geçiş bir resmi uygarlık geleneğidir. Bu geleneğin kapitalizm yüzü ise; tarihin en gaddar ve vicdan yoksunu dönemini yaşamaktadır.
Bu geleneğe karşı direniş de, tarihin ana damarları kadar eskidir ve canlıdır. Dünyanın her yerinde çeşitli renk ve çeşitlilikte devam eden emek örgütlenmeleri ve eylemlilikleri, toplumsal kültür direnişleridir. Tekleştirilmeye, bireycileştirilip, dişliler arasında yutulmaya çalışılan emekçilerin toplumsal başkaldırısıdır. Sistemse buna karşılık cevabını, açlık tehdidiyle vermektedir. Her an garantör olarak bilinçli tuttuğu, devasal işsizler ordusuyla bu tehditlerini somutlaştırmaktadır.
Türkiye gerçeğinde durum çok daha keskin yaşanmaktadır. Ekonomik buhran dönemleri en fazla toplumsal ve siyasal problemlerin zirve yaptığı dönemlerde açığa çıkar. AKP-MHP rejimi döneminde zirveye çıkmış siyasal ve toplumsal çözümsüzlük ülkeyi her an daha da derinleşen bir ekonomik krizle karşı karşıya bırakmıştır. Kürt ve Kürt Özgürlük Hareketi düşmanlığı, kadın ve kadın özgürlük mücadelesi düşmanlığı, toplum ve toplumsal direniş odakları düşmanlığı, rant ve kar hırsı uğruna harap edilen doğa gerçeği, sistemsel krizi her geçen gün daha da büyütmektedir. Bu krize karşı her başkaldırı ve daha toplumsal bir sistem tahayyülüyle geliştirilen her türlü direniş ise ya baskı ve tutuklamalarla ya da ihraçlarla sonuçlanmıştır, sonuçlanmaktadır. 2016 darbe mizanseninin ardından sözüm ona devlet kurumları içine sızmış paralel yapılarla mücadele adı altında başlatılan kamudan ihraçlar dalgası, en fazla direnen, sol, sosyalist, yurtsever emekçileri vurmuştur. Yine halkların direnişi ve alın teriyle alınmış belediyeler kayyumlarla gasp edildikten sonra ilk yönelinen yine direnen ve toplumsal saiklerle mücadele yürüten emekçiler olmuştur. Sistemin bu yönüyle kriz anlarında bitmemek için bitirmeye yöneldiği olgu toplumsal emek olgusudur; hafızadır, angaje olmayan güçler, gaspçılarla çalışmayı kabul etmeyenlerdir. Bu yönelimler iktidarın krizini durdurmadığı gibi her geçen gün daha da çözümsüzlüğe sürüklemektedir.
Böylesi krizin derinleştiği dönemler, direnenler için tarihi fırsatlar doğurmaktadır. Türkiye sistemsel krizin tam göbeğindedir. Israrla gündemde tuttuğu Rojava ve Kuzey Suriye’ye saldırı planları kendisine bir nefes aldırma, milliyetçi-şoven damarın desteğini toplama hedeflidir. Bu zamanlar mücadele birliğinin en elzem olduğu zamanlara işaret eder. Toplumun her kesiminin farklı gerekçelerle de olsa; ulusal, sınıfsal, ekonomik, cins özgürlüğü ve daha pek çok gerekçeyle sistemden soracağı bir hesabı vardır. Türkiye’de mevcut siyasal gelişmeler buna fazlasıyla zemin sunmaktadır. PKK Lideri Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin kalkması amacıyla başlayan ve Leyla Güven şahsında 61. gününe giren açlık grevleri bu direnişin öncülüğünü yapmaktadır. İşçilerin ve emekçilerin de grev ve direnişi bu yönüyle çok önemli bir yapı taşıdır. Kadın hareketlerinin direnişleri ve kazanımlarından tüm saldırılara rağmen vazgeçmemeleri yol göstericidir. Yine yaklaşan yerel yönetim seçimleri bu tarihi fırsat için oldukça elverişli bir siyasal zemindir. Halkların zorla gasp edilen iradesini geri kazanma zamanıdır. Kayyumların yaptığı işçi ve emekçi kıyımının en temel hedeflerinden biri halkın belediyelerinin içini boşaltmak ve yerine kendi kadrolarını yerleştirmekti. Toplumsal emek ve toplum için üretim olgusunu rant ve çıkara peşkeş çekecek sistemi oluşturmaktı. Dolayısıyla sistemin hayallerini boşa çıkarmak ve gasp edileni tekrar esas sahibine, yani topluma teslim etmek, daha güçlü, daha nitelikli geri dönmek bu süreçteki direnişler zincirinin en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır.
Sistemsel krizlerin zirve yaptığı an çözüme de çözümsüzlüğe de en yakın olduğu andır. Bu tarihsel fırsatı kim doğru değerlendirirse, yeni çağ onun lehine şekillenir. Yeni çağın demokratik modernite çağı olması bu dönemdeki direniş halkalarının kendi özgünlüklerini koruyarak aynı ahenkle beraber akmasından geçer. Siyasal, toplumsal, ekonomik, ekolojik, kadın özgürlükçü tüm direniş odaklarının birleştiği ve kendi mecrasında mücadelesini yükselttiği an, devrimci emekle sistemin kendi krizinde boğulduğu an olacaktır.