Birkaç gün önce 80’lerin ortasından beri bağlantıyı kaybettiğim Cumhur Aytulun’un bir paylaşımı, beni alıp yıllar öncesine götürdü. Demokrat gazetesinin Anadolu’nun her köşesinde muhabiri vardı. Bu nedenle ilerde o dönemin de facto iç savaşının tarihi yazıldığında, 1979 sonu ve 1980 yılına ilişkin siyasal çatışmanın izlerinin sürülebileceği kaynaklardan biri olacaktır.
Bu muhabirlerden biri olan, duygusal paylaşımı şöyle: “En az okunduğu yerlerden biri olarak düşünülebilir, bugünden bakınca Afyon. Ama eğer oradaysan ve gazete senin gazeten ise oradan da haber geçmelisin. Postaneye gidersin, telefonu yazdırıp beklersin. Tedirginlik de duyarsın bir taraftan ama önemli değil. Arkadaşların, dostların Afyon’da da devrimcilerin olduğunu bilmesi daha önemli. Zaman geçmez on dakika on saat gelir insana. O sürede haberi kafanda yazarsın. En kısa sürede, en anlaşılır şekilde anlatman lazım. Bağlandığında hazırsın. Her ne kadar kimse duymasa da kısarsın sesini ve hızlı konuşursun gayri ihtiyari. Karşıdaki arkadaş “yavaş konuş yazıyorum” dese de sen yavaşlayamazsın. İş halledildi ve çıktın postaneden. Heyecanla gazetede haberin çıkmasını beklemek var şimdi. Onu da görünce senden mutlusu yok. Kırk yıl sonra bile o heyecanı yaşayanlarla yan yana olmak, beraber olmak kadar büyük bahtiyarlık var mı? Recai Ünal’a ve Demokrat’ı Halkın Gazetesi yapanlara binlerce selam olsun.”
Cumhur Aytulun bu selama şöyle yanıt veriyor: “ EN DEĞERLİ MİRAS – 26 Aralık 1979-12 Eylül 1980 tarihlerinde yayınlanan günlük Demokrat gazetesinin en başından 12 Eylül 1980 sabahı Sıkıyönetim komutanlığından gelen sarı bir zarfla kapatılana kadar en genç yazı kurulu üyesi olarak görev yapmış olmak, yaşamım boyunca onur duyacağım ve benden sonraki kuşaklara bırakacağım EN DEĞERLİ MİRAStır. Bana bu imkanı sunan Devrimci Harekete ve değerli devrimci “abiler”ime minnettarım. Ve tabii ki esas Demokrat’ı Demokrat yapan sessiz kahramanlara teşekkür etmek gerekir: İbrahim Sevimli/ Yalçın Çilingir/ Kamil Oral/ Selami Şakiroğlu/ Hasan Basri Çıplak/ Mustafa Sönmez/ Aybars Caglayan/ Ragip Zarakolu/ Işık Yurtçu/ Hüseyin Özkan/ Neyyire Özkan/ Ayşen Gür/ Kumru Baser/ Hüseyin Apaydın / Recai Ünal/ Ayşe Düzkan/ Arslan Kahraman/ Ayşegül Dora/ Cengiz Yıldırım/ Yalçın Gülerman/ Ekrem Murat Çelikkan/ Yasemin Sase/ İzak Atiyas/ Cem Usal/ Şebnem Atiyas/ Nadire Mater/ Celal Küçüker/ Mehmet Genc/ Fatmagül Sevkuthan/ Selver Savran/ Kamil Taylan/ teknik bölümde ve İdari bölümde görev yapmış adlarını hatırlayamadığım onlarca arkadaş/ Anadolu’nun en ücra köşelerine kadar yayılmış yüzlerce yurt muhabiri/ ve yazılarıyla gazeteye katkıda bulunmuş yüzlerce aydın ve sanatçı…. Türkiye basın tarihinde müstesna bir yeri olan bu gazetenin tarihini yazmanın bu gazetede çalışmış olmak kadar önemli bir görev olduğu kanısındayım.”
“Sessiz kahramanlara” teşekkür yerinde, mesela olayın en zor bölümünü ekonomik kriz döneminde kağıt ve matbaa sorununu, Babıali ilişkilerini çözen Ömer Kamil’e. O olmasa gazete nah çıkardı demiyelim de, zor çıkardı.
Mesela bir Kamer Tayhani’ye, gazetenin binasının bütün restorasyonunu yapıp anahtarı bize teslim eden…
Gazetenin dağıtımında en ağır işleri üstlenen balete…
En genç dış haberler muhabirimiz Firdevs’ e (Robinson).. Daha 17’sindeydi. Abdi İpekçi onunla daha orta okulda röportaj yapmıştı. Saddam Irak’a bizi davet edince Bağdat’a onu yollamıştık. Güzel bir elbise de alıp. Firdevs’in röportajına Kürt mevzuunu ekleyince, Irak elçiliği hop oturup hop kalkmıştı.
Ankara bürosundan Yaşar Gören’i hatırlıyorum mesela, ya da Nurcan Akad’ı…Mustafa Sönmez’i ekonomik analizleri ile. Mustafa Sönmez, Tanju Akad, Cumhur Aytulun zaten ODTÜ kökenli Tüm İk İktisatçılar Birliği kökenli idi.
Öncelikle “halka” teşekkür etmeliyiz…. Gazetenin sermayesi, halkın gönüllü bağışları ile sağlandı. İnsanlar kıyıda köşede neleri varsa verdi, kimileri yüzüklerini, takılarını…
Darbe öncesi bir kampanya ile sağlanan kaynakla bir matbaaya da sahip oldu, halkın anonim şirketi.
Bassan diye bir anonim şirket kuruldu ve aralarında o sırada huzur evinde kalan Enver Gökçe de dahil, 36 aydın ortak olarak olayın bütün yasal sorumluluğunu üstlenerek kurumsal bir zemin sağladı. Ve darbe sonrasında da bu cesur aydınlar kurumsal yapının meşruiyetine, sıkıyönetim karşısında da sahip çıktılar
Düşünün ki, 12 Eylül sonrası ortamında bir Enis Batur dergisini burada, Pano Grafik’te hazırlatıyordu, bir Ercan Arıklı dergi işlerini buraya veriyordu. Genç edebiyatçıların “Halkın Dostları” dergisi de..
Emil Galip, Aslan Başer, Ahmet Yıldız gibi insanların varlığı, Demokrat gazetesine her merciye ulaşma olanağı da sağlıyordu. Mesela, Emil Galip, Ömer Kamil, Aslan Başer, Sıkıyönetim Komutanı’ndan randevu alıp, işkence konusunda duyuruda bulunabiliyordu.
Ya da Firdevs, tam bir silahlı çatışma haberi yaparken “şüpheli” olarak Emirgan’da gözaltına alındığında, siyasi şubeye giden Emil Galip ve Aslan Başer tarafından, tam gözü bağlanıp sorguya alınmak üzere iken kurtarılabiliyordu.
İstanbul valisi, herhalde “kim bunlar yahu” merakı ile gazeteye ziyarete gelebiliyordu. 12 Eylül sonrasında bile, matbaamız, İran Konsolosluğu’nun dergisini bastı diye kapatılınca, Aslan Bey Valiyi ziyaret edip matbaanın yeniden açılmasını sağlayabiliyordu.
Tam darbe öncesi, (hadi “bağzı devrimciler” demeyelim), “bağzı keskinler”, Aslan Beyin Bassan şirketi yönetimin kurulu başkanlığından alınmasını istedi, “kapitalistik kooperatif işleri yapıyor” iddiası ile. 12 Eylülden sonra Dünya Gazetesi’ne Ömer Kamil, Selami ile gidip, nasıl ricada bulunduğumuzu hatırlıyorum, “aman Aslan abi, ayrılma başkanlıktan bu zor dönemde “ diye…
Sonuç olarak, 1982 yılında Demokrat gazetesinden dolayı gözaltına alınan, ben, Emil Galip Sandalcı, Aslan Kahraman ve Adnan oldu. Üç hafta yat şubenin hücresinde, balık istifi. Aslan abi arazi oldu. Denizci yarbay olan askeri savcı üç hafta gözaltından sonra, bizi yargılanmak üzere serbest bıraktı. Sıkıyönetim de itiraz etmedi. En uzun Emil Abi kaldı savcıda. “Yoğun sorgu Emil Abiye” diye düşündük. Gülerek geldi, meğer denizci yarbay askeriyeye intisap etmeden, gazetecilik yaptığında Emil abinin yardımını görmüş.
Serbest bırakıldıktan hemen sonra, Aslan Abi aradı beni, “Aslan abi dedim, yaptığımız gazeteciliğin meşruluğuna sonuna kadar sahip çıktık” dedim. Ofisine dönmüştü bırakıldığımızı öğrenince. Daha konuşma sonlanmadan, “geldiler” dedi. Aslan abi de kısa süre sonra serbest bırakıldı. Ama Sıkıyönetim itiraz edince yeniden tutuklandı. Aramızda tutuklandığı için saçları Selimiye’de kesilen bir tek oldu. Ama bir ay geçmeden o da serbest bırakıldı. Çıkınca kesik saçları görülmesin diye bir süre kasketle gezdi..
Sonuç olarak, Demokrat gazetesinden dolayı yargılanan biz, Emil Galip Sandalcı, Aslan Başer Kafaoğlu, RZ, Aslan Kahraman ve Adnan olduk. Sıkıyönetim İstanbul’da kalkınca, devam ettiği dosya sıkıyönetimin devam ettiği Diyarbakır’a gitti. Oradan kalkınca dosya İstanbul’a geldi. “Sivil” Savcılık takipsizlik verecek ya da bizim ifademizi kendisi alacak yerde yeniden siyasi şubeye aldırdı, itirafçı ifadeleri temelinde. “Sivil” İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan Demokrat Gazetesi davası, 1990 yılında sonuçlandı. 12 Mart ve 12 Eylül nedeniyle 20 yıl alamadığım pasaportumu 91 yılında aldım. Ve Hrant gibi “pasaportum cebimde” deyip, Bonn’da düzenlenen “İnsan Hakları açısından Kürt Sorunu” başlıklı konferansa katıldık. Konferansta eski Demokrat yazarı olarak benimle birlikte Murat Belge vardı. Ve Hevaller konferansa davet edilmedikleri için protesto yapıyordu.