Eden bahçesi Âdem ile Havva’nın yasak meyveyi yedikleri için kovuldukları, bizim cennet olarak algıladığımız yerdir. Eden, Sümerlerde verimli arazi demek.
Dicle ve Fırat arasındaki bölgede verimli bir deltada bulunduğuna dair mitolojik ve dinsel birçok veri bulunmaktadır. İnsanlar yüzyıllardır Eden bahçelerini arar, araştırmalar yaparlar. Bu veri ve araştırmalar sonucunda tanımlamalara en çok uyan yer ise Hewsel Bahçeleri’dir.
Hewsel Bahçeleri birçok dilde kutsal olan Dicle Nehri üzerinde kuvaterner dönemde şehrin tam da girişinde alüvyon toprakların olusturdugu vadide on binlerce yılda oluşmuştur. Hewsel Bahçeleri kuşların göç yolu üzerinde yer alan bir dinlenme merkezi olmuş, 186 kus türüne, onlarca su canlısı ve yüzlerce mikro organizmaya, Fırat kaplumbağası gibi endemik bir türe evsahipliği yapan cennetten bir köse.
Bir kentin tüm sebze ve meyve ihtiyacını çok yakın bir zamana kadar karsılayabilecek bir potansiyele sahip olan Hewsel Bahçeleri, Amed gibi onlarca medeniyete evsahipligi yapmıs 8 bin yıllık kentin var olma nedenidir. Hewsel Bahçeleri’nde yer alan Kırklardagı, hiçbir ibadethane olmamasına ragmen ziyaret olarak kabul edilen kutsal bir alandır. Suzan’ın öyküsü mitolojideki yerini almıs ve hala Dicle Nehri’nin suları çekildiginde ugur getirdigine inanılan at nalı, para gibi birçok metal esya ile dilekler tutulur ve Kırklardagı yamacında nehre atılırdı. Gerçeklesecegine olan inanç hala devam etmektedir. Hewsel Bahçeleri’nde yetistirilen ve endemik olan Diyarbakır karpuzu büyük ve lezizdir.
Dicle Nehri’nin suyu, gübre için yapılan boranhanelerden getirilen güvercin gübreleri, Hewsel Bahçeleri’ndeki verimli topraklar çiftçinin emeğiyle birleşmesi ile muhteşem karpuzu üretmiştir. Bugün esamesi okunmayan bu karpuzun yetistirildigi tüm alanlar ticari olarak yetiştirilen kavak bahçeleri ve kum ocakları ile dolmustur. Mitolojik ve dogal olarak cennet sayılabilecek bir alan olan Hewsel Bahçeleri bugün DSI eliyle kapitalist ögretiler ve devletçi gelenekle yeniden düzenlenip tek tipleştirilerek ranta açılıyor. Sur ile birlikte UNESCO dünya mirası kabul edilen Hewsel Bahçeleri talan ve yıkım ile karsı karsıyadır.
UNESCO’nun koruması altında olmasına rağmen, kum ocakları ile tüm canlılar için ölüm çukurlarına dönüştürülmüştür. Sermayenin rantına sunmak için rekreasyon alanı ilan edilmiş. İmzacısı olduğu; bataklık ve sulak alanların korunması sözleşmesi (Ramsar) ve doğal kültürel varlıkların korunmasından (UNESCO) bihaber bir zihniyetle talan ve yıkım son hızla devam etmektedir. Bataklık ve sazlıkları kötü görüntü gibi algılayabilecek, ‘biz daha güzelini yapabiliriz’ diyecek kadar geri ve fütursuz bir anlayışla güzelleştirme adı altında onlarca is makinası ile nehir suyu kanala hapsedilerek cennet bahçelerinin bütün meyve ağaçları kesilmekte, su canlılarının yuvalama ve barınma alanları olan sazlıklar hafriyat ile doldurulmaktadır. Tüm Hewsel ekosisteminde yasayan canlılar gibi Hewsel ahalisinin de geçim kaynakları olan bostanları ellerinden alınmakta, evleri yıkılmakta ve bunu zorunlu (zorla) kamulastırma ile yapmaktadır.
Âdem ile Havva’nın torunları hangi yasak meyveyi yediler bilinmez ama rant ve talan uğruna bu cennetten göçertiliyor. Belki bizim de bir erik ve bir yetmişlik rakı ile sur dibinde, Hewsel Bahçeleri’nin sislerine karsı demlenirken of çekmek dışında bir arayışına girme zamanımız gelmiş de geçiyordur. Merkezi iktidar bu talihsiz çalışmaları bir an önce durdurmalı, Hewsel Bahçeleri’nin kapitalizmin yarattığı tahribatların önüne geçmek dışında bir isteği olamaz, doğal olan zaten güzeldir ve iyidir. Hep birlikte bu yıkım ve talana dur demeliyiz ve durmalı.