Tecride karşı başlatılan eylemlere ilişkin konuşan Ferhat Tunç, ‘Güven bedeniyle hükümete suçunu, bize de görevimizi anımsatıyor’ dedi. Tiyatrocu Orhan Aydın ise destek çağrısı yaptı
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması talebiyle Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili Leyla Güven’in başlattığı açlık grevi 59. gününde. Güven’in ardından aynı taleple 27 Kasım’da 10 günlük süresiz dönüşümlü açlık grevi ile 16 Aralık’ta da 24 cezaevinde 94 tutuklu tarafından başlatılan süresiz dönüşümsüz açlık grevleri de devam ediyor. Tiyatrocu Orhan Aydın ve sanatçı Ferhat Tunç konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sanatçı Ferhat Tunç, Güven’in hala cezaevinde olmasına tepki göstererek hukuksuzluğun derhal son bulması gerektiğini söyledi. CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun seçimlerden sonra tahliye edildiğini hatırlatan Tunç, “Ancak yargının, hükûmetin Kürt halkına dönük çifte standardını bu meselede de gördük. Berberoğlu seçilmiş olduğu için tahliye edildi ama Güven’in seçilmişliği dikkate alınmıyorsa bu, Kürdün iradesinin tanınmaması anlamına geliyor. Bu hukuksuzluk derhal son bulmalı ve yargı hükûmetin güncel politikalarına göre değil, hukuka göre kararını vermeli” dedi.
‘Duyarsızlık utanç verici’
Güven’in başlatmış olduğu süresizdönüşümsüz açlık grevine ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Tunç, “Leyla Güven iki aya yakındır bedeniyle, iradesiyle hükûmete suçunu, bize de görevimizi anımsatıyor. Tecrit bir suç ve bir milletvekili bir suçun ortadan kaldırılmasını isterken, bunu açlığıyla anlatmak zorunda kalıyor. Leyla Güven, Öcalan’ın barış için rolünü biliyor ve insan ölümlerinin son bulması, normalleşmenin sağlanması için bunun tecridin kaldırılmasının elzem olduğunu biliyor. Hükûmetin suçlarını bir kenara bırakalım, ama Leyla Güven’in direnişi en çok da bizleri; kamuoyunu, demokratik kesimleri ilgilendiriyor. Kendisinin sağlığı kritik eşikte ve bu sessizlik, duyarsızlık utanç verici. Sol partilerin, demokratik örgütlerin bir an önce sorumluluklarını yerine getirip, direnişi ve talebi sahiplenmesi gerekiyor. Leyla arkadaşımızın direnişini selamlıyor ve kritik sağlık durumunun talebinin kabul edilmesiyle düzeltilmesini umuyorum” diye konuştu.
‘Destek verilmeli’
Tiyatrocu, oyuncu ve yazar Orhan Aydın ise, Güven’in eylemine destek verilmesi gerektiğini belirterek, “HDP’nin 90 tane belediye başkanı, binlerce belediye meclis üyesi, partinin eş genel başkanları ve milletvekilleri şu an cezaevinde. Böyle bir partinin milletvekilleri açlık grevi yapmasın da ne yapsınlar? Sokağa çıkmanın tehdit altında olduğu, demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerin gasp edildiği bir ülkede açlık grevi de bir direnme yöntemidir. Partiye oy verenler, ülkenin duyarlı, erdemli yurttaşları Güven’in bu eylemine destek vermelidir” ifadelerini kullandı.
Bağımsız heyetler oluşturulmalı
Açlık grevindeki eylemcilerin sağlık durumları kritik aşamada. Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) bünyesinde son 20 yılda kurulan cezaevleri bağımsız izleme heyetleri içinde yer alan Doktor Zeki Gül, Mezopotamya Ajansı’ndan Nimet Ölmez’e açlık grevlerinde hekimlerin rolüne dikkat çekti. Açlık grevinin tıbbi olmasa da sonuçlarının tıbbi olduğunu söyleyen Gül, vücudun bedensel, ruhsal ve beyinle ilgili uzun erimli yarattığı olası tahribatların tıbbı ilgilendirdiğini belirtti.
Dünya Sağlık Örgütü’nün sağlığı; bedensel, ruhsal, sosyal iyilik hali olarak tanımlandığını hatırlatan Gül, açlık grevlerinin sosyal iyilik hali için gerekli bir parametre olduğunu kaydetti. Gül, açlık grevini yaratan nedenlerin yaşadığımız dönemde sadece grevi yapanlar değil, herkes için sosyal iyilik halinin eksikliği anlamına geldiğini anlattı. Sağlığın toplumsal bir konu olduğunu kaydeden Gül, ancak son dönemde açlık grevlerini doğrudan izleme şansına sahip olmadıklarını belirterek, “Çünkü dünya ve ülkemizdeki örnekleri gösterdiği gibi bağımsız izleme heyetlerinin olmadığı dönemlerde, nesnel doğru bir değerlendirme yapılması çok mümkün gözükmüyor. Ama şunu söyleyebiliriz ki; basına yansıdığı kadarıyla zaman zaman vitamin kullanımına izin verilmediği ve önerilen tuz oranlarının verilmediğini duyuyoruz. Bu veri doğruysa, bu müdahale ceza ve hekimliğin meslek özerkliğine hem de kişinin sağlık hakkına bir müdahaledir. Bu neden çok önemli; yeterli vitamin ve tuz alınması Türkiye geçmiş dönemlerde de yaşadığı deneyimlerden elde ettiği bir sonuçtur” ifadelerini kullandı. Hekimler olarak güncele dair ellerinde çok fazla veri bulunmadığını ifade eden Gül, ancak geçmiş dönemlerde elde ettikleri deneyimlerle neler yaşanabileceğini tahmin ettiklerini söyledi.
Sağlıkçılar olarak kişinin açlık grevine karışmadıklarını, bilgilendirdiklerini söyleyen Gül, otoriteyi de bilgilendirklerini bundaki temel amaçlarının kişilerin sağlık yaşamı olduğunu dile getirdi. Bağımsız izleme heyetlerinin açlık grevlerini yöneten taraf olmadığını söyleyen Gül, daha önceki dönemlerde İzmir, Buca, Kırıklar, Şakran, Tekirdağ gibi farklı cezaevlerinde bağımsız heyetlerin içinde davet edilen hekimlerden biri olduğunu hatırlattı. Gül o süreçte yaşananları şöyle anlattı: “Örneğin Adalet Bakanlığı, İzmir Tabipler Odası’na çağrıda bulunarak; cezaevi için bağımsız heyetlerin oluşmasına izin vermişti. Çok fazla ölümün yaşandığı 1995-96 yılları arasında, İzmir’de hiç açlık grevine bağlı ölüm olmadı. Çünkü cezaevi idaresi, Adalet Bakanlığı ve Cumhuriyet Başsavcılığı onayıyla nerdeyse haftada birkaç kez bağımsız heyet cezaevine giriyordu. Sağlık değerlendirmelerinde bulunarak, önlemleri doğrultusunda tavsiyelerde bulunuyordu. Açlık grevi bitmeden kan tahlili, yine grev bittiğinde elinde verileri olduğu için daha hızlı davranmıştı. Bu çok değerliydi.”
Zamana yayılmış işkence
Son süreçte Cumhuriyet tarihinin en yoğun cezaevi nüfusunun olduğunu söyleyen Gül, hiç geciktirilmeden bağımsız izleme heyetlerinin oluşturulması gerektiği konusunda çağrıda bulundu. Hukukçulardan, açlık grevi sürdüren tutukluların ailelerine, cezaevi yönetimlerine kadar herkesin üstüne düşeni yapması gerektiğinin altını çizen Gül, B1 ve B2 vitaminlerinin alınmasının önemli olduğuna dikkat çekerek, “Bir kişinin tedavi ve yaşam hakkını engellemek, bir kalıcı hasar olacağını bile bile engellemek aslında zamana yayılmış işkence olarak yorumlanabilir. An gelir tıkanır, taraflar birbirini dinlememeye başladığında, ortak yol tasfiye eden bir heyete ihtiyaç duyar. Bu uzlaştırıcı bir tavırdır, Adalet Bakanlığı birçok tarihte tıkandığında TTB çağrıda bulunmuştur” diye ifade etti.
Tutuklular yol gösteriyor
Batman’daki Barış Anneleri, İmralı’daki tecride son verilerek, açlık grevindeki tutukluların taleplerinin yerine getirilmesini istedi. Barış Annesi Şükran Sincar, “Bugün PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde bir tecrit var ve barışa giden yolda bu tecridin sonlanmasını istiyoruz. Günlerdir tutuklular açlık grevi eyleminde, Leyla Güven bunun için bedenini açlığa yatırdı. Onlar barışın yolunu gösteriyor. O yüzden tecrit kalkarsa barış gelecektir” dedi. Geçtiğimiz yılın baskı ve ölüm ile geçtiğini belirten Barış Annesi Nuran Seçkin ise akan kanın durdurulması gerektiğini söyledi. Bölgede kendilerine uygulanan baskının daha fazla olduğunu ifade eden Seçkin, “Geçtiğimiz günlerde cezaevine gittim. Orada tutuklulara yapılan kötü muamele için görüşmek istedik ama 20 gardiyan üzerimize geldi. Bugün açlık grevindeki tutuklulara baskılar uygulanıyor. Onlar barış gelsin diye vücutlarını açlığa yatırdı” şeklinde konuştu. İktidar medyasının gün gün savaşı körükleyen manşetler attığını söyleyen Barış Annesi Sultan Azboy da, “Neden bu kadar savaşı çok istiyorlar?” diye sordu. Savaş propagandası yapanlara karşı inatla barışın sesini yükselteceklerini ifade eden Azboy, Öcalan’a uygulanan ağır tecride dikkat çekti. Azboy, tutukluların taleplerinin karşılanması gerektiğini söyledi.
HABER MERKEZİ