Dünyanın birçok bölgesinde ‘sınır aşan’ sular geçmişten günümüze hep sorun oldu ve sorun olmaya devam ediyor. Görülmek istenmeyen ya da işlerine gelmeyen bir gerçek var ki o da suların sınırları aşmadığı, aksine üzerine sınırları çizenlerin sorunu ortaya çıkardığı gerçeğidir. Sular tüm canlıların en temel yaşam kaynaklarından birisidir. İnsan dahil hiçbir canlı susuz yaşayamaz.
Yaşamın temel nüvesi olan su, herhangi bir ülkenin kontrolünde olamayacağı gibi herhangi bir şirketin kontrolünde de olamaz. Dünya üzerinde yaşamı var eden 4 temel element; Su, hava, toprak ve ateştir. Bu elementlerin varlığı dünya üzerindeki yaşamı ortaya çıkarmıştır. Tüm canlıların varlık nedeni olan bu elementler birtakım güçlerin elinde toplanamayacağı gibi bunlardan hiçbirisinin kontrol altına alınması da asla kabul edilemez. Ancak kapitalizm bu elementlerin tamamı üzerinde hakimiyet kurarak, insan dahil tüm canlıları kapitalizmin birer kölesi haline getirme hedefindedir. Suyu kontrol etmek kapitalizmin bekası için olmazsa olmaz görülürken, Türkiye gibi ülkelerde aynı dünyanın bir parçası olarak suyu ticari bir meta haline getirmiş ve ‘sınır’ aşan su üzerinden politikalar geliştirmeye başlamıştır.
Türkiye’nin geçmişten bu yana ve son aylarda insanlık dışı uygulamalara sık sık başvurduğu görülyor. Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde kurulan barajlar yoluyla su bir silah olarak kullanılıyor. Geçtiğimiz yıl Fırat Nehri üzerindeki Suriye topraklarında bulunan Tişrin Barajı’nı besleyen sular, Atatürk Barajı’nda kapakların sık sık kapatılmasıyla engellenip Kobani’deki insanlar su üzerinden tehdit ediliyorlardı. Aynı yöntemin Afrin sürecinde de kullanıldığı basın organlarına çokça yansıdı.
Geçmiş yıllarda da Suriye ile su gerginliği yaşanmıştı. ‘Sınır aşan sular’ olarak nitelenen özelliğe sahip Dicle ve Fırat nehirlerinde inşa edilen barajlarda su tutulması belli uluslararası kriterlerin yerine getirilmesiyle mümkün iken, Türkiye’nin bu suları Ortadoğu üzerinde bir tehdit aracı olarak kullanması Irak ve Suriye ile sorunların yaşanmasına neden oldu ve olmaya devam ediyor. Bu anlayış AKP hükümetiyle ortaya çıkan bir durum olmamasına karşın AKP de aynı yolu kullanmakta bir beis duymadı.
Dünya kültür mirası Hasankeyf’i sular altında bırakacak olan Ilısu Barajı’nda su tutulmaya başlanacağının açıklanması sonrası ilk tepki Irak’tan geldi. Irak Cumhurbaşkanı vekili olan Hammam Hammoudi yayınladığı mesajda, Ilısu Barajı’nda su tutulma işleminin ertelenmesini istedi. Barajda su tutulmasıyla birlikte Irak’ın zor durumda kalacağı ifade edildi. Irak Su İşleri Bakanı Hassan al-Janabi, Türkiye’nin Dicle Nehri konusunda ikili koordinasyon anlaşmasını Ilısu Barajını doldurarak ihlal ettiğini belirtti. Fırat ve Dicle nehirleri binlerce yıldır Mezopotamya coğrafyasına hayat veriyor.
Mezopotamya kelimesi, Latince de iki nehir anlamına gelmektedir. Bölge ismini aldığı bu iki nehir ile özdeştir. Mezopotamya “medeniyetler beşiği” olarak nitelenmektedir. M.Ö. 6000 yıllarında insanlar avcılık ve toplayıcılığı bırakıp tarıma başladığı ‘yeni yaşam’ biçimi bu topraklarda ortaya çıkmıştır. Mezopotamya aynı zamanda birçok alanda ‘ilk’lerin yaşandığı bölgedir. Böyle bir bölgenin kadim halkları ve doğası ‘su işkencesi’ ile baskılanmak istenmektedir. Dünya üzerinde var olan su insanlara ve diğer bütün canlılara yetecek düzeydedir.
Kapitalizm rüzgâr, güneş, dere ve toprak üzerinde hâkimiyet kurarak sanki doğayı ona sunulmuş bir kaynak olarak ele alır ve böyle algılanmasını sağlamaya çalışır. Yaşamak için hava, su, yemek, barınmak bir zorunluluktur. Kapitalizmin hükmü sürdüğü sürece bu şansımızın giderek tükendiğini bir biçimde görmek ve ona göre de davranmak zorundayız. Dünyada nitelikli suların kirlenmesinin ve azalmasının başlıca nedeni kapitalist endüstriyel üretimlerdir. Gelecek tercihimizi dünyayı uçurumun kenarına taşıyan kapitalizmden yana mı kullanacağız sorusuna vereceğimiz cevap yaşamsaldır. Gelecek için ya barbarlığı ya da özgürlüğü seçmek zorundayız. Sınırları aşan sular değil, o sulara sınırlar çizenler suçludur. Sular özgür akmalıdır…