PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kırılmasına yönelik başlatılan süresiz-dönüşümsüz açlık grevi eylemleri, kritik bir noktaya ulaşmış durumdadır. Elazığ Cezaevi’ndeki 6 kadın tutsağın eylemi 62. günlere gelirken, DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in eylemi 57. gününe HDP üyesi Nasır Yağız’ın Hewler’de başlattığı eylem ise 44. gününe ulaşmıştır.
Kendilerini var eden, tüm yaşamını halkına ve insanlığa adayan, bu uğurda hiç bir bedeli vermekten kaçınmayan ve tüm yaşamı halkının ve halkların özgülüğü adına bir direniş olan Sayın Öcalan’ın üzerindeki mutlak tecridi ve İmralı sistemini kabul etmeyen açlık grevi direnişçileri, sonuç alana dek eylemselliklerini sürdürme kararlılığı içerisindedirler. Zindanlarda yeni grupların katılımıyla sürekli büyüyen bu eylemsellik, zindan duvarlarını aşarak her tarafa yayılmış binlerce insanın aktif katıldığı ve milyonlarca insanın sahiplendiği bir eylem haline gelmiştir.
Leyla Güven öncülüğünde tutsaklar, faşizme karşı başlatılmış olan topyekun direniş hamlesine öncülük ederek, tarihi bir misyon üstlenmişlerdir. Ancak belirtiğimiz gibi bu direniş faşizme karşı bir direniş mücadelesidir ve topyekûn bir mücadeledir. Dolayısıyla faşizmden zarar gören, kabul etmeyen, hedef olan tüm toplumsal kesimlerin bu direniş etrafında kenetlenmesi ve bu direnişin içinde yer alması, direnişin sonuç alıcılığı noktasında olmazsa olmaz kabilindendir. Seyirci kalmak, sadece yürekten desteklemek, onlar için üzülmek, direnişe destek verdiğini beyan etmek vb. yaklaşımlar böylesi bir süreçte fazla anlamlı olmayacaktır. Direnişin destekçisi olmaktan, onun bir parçası olmak doğru olandır ve ancak bu sonuca götürür.
Unutmayalım ki faşizm, kendisini benimsemeyen herkesin ve kesimin düşmanıdır. Susanlara da bir gün sıranın geleceği ironisi bu durumu anlatmak içindir. Ve yine unutmayalım ki, faşizm en temel iki korkudan beslenir. Biri kendi korkuları, diğeri ise kendi dışındakilerin korkaklığıdır. Kendi korkuları depreştikçe saldırganlaşır, baskıyı artırır. Baskı yaptığı ve saldırdığı kesimlerin korktuğunu, sindiğini gördükçe başarılı olduğunu, sonuç aldığını düşünerek saldırganlığını, baskılarını daha çok artırır. Zaten o nedenledir ki faşizmin panzehrinin direniş olduğu belirtilir.
Bu temel tespitler, tam da Tayyip Erdoğan şahsında tüm toplumsal kesimlere dayatılan AKP-MHP ittifakını anlatmaktadır. Dolayısıyla faşizmi düşünsel olarak benimsemeyen, ona karşı olduğunu belirten, baskıların hedefi olan tüm toplumsal kesimlerin, Leyla Güven şahsında ve tutsakların öncülüğünde başlayan bu direniş hamlesini sahiplenmesi ve bu direnişin bir parçası olması gerekmektedir.
Gelinen aşamada tutsakların başlatmış olduğu direniş zindan duvarlarını aşıp, belli oranda topluma mal olsa da halen çok zayıf, yetersiz ve sonuç almaktan uzaktır. Sayın Güven’in ve Elazığ Cezaevi’ndeki 6 tutsağın kritik bir aşamaya geldiği düşünüldüğünde, zindanlardan tabutların çıkmaması adına dışarıda yürütülen mücadelenin yetersiz kaldığı daha net ortaya çıkmaktadır.
Dikkat edilirse dışarıda dönüşümlü açlık grevleri başladığı gibi iktidar harekete geçti. Amed, Batman, Van vb. birçok merkez de “tutsakların talepleri bizim de talebimizdir’’ denilerek açlık grevine giren yüzlerce kişi gözaltına alınarak, direnişin önüne geçilmek istendi. Faşizm bizi gözaltına alarak, tutuklayarak, teslim almak istiyorsa o zaman bizler de gözaltına alınmaktan, tutuklanmaktan korkmayacağız. Bedenini ölüme yatıranlara karşı gözaltına alınmak ve tutuklanmaktan korkmayı kendimize yakıştırmamalıyız. Bu korku bendleri aşıldığında, gümbür gümbür bir mücadelenin başlayacağını ve faşizmin boğulacağını hepimiz geçmişteki yaşanmışlıklardan, mücadele deneyimlerinden çok iyi biliyoruz. Bugün zaten her yer koca bir hapishaneye dönüştürülmüş bir durumda. Her gün onlarca siyasi soykırım operasyonlarının yapıldığı, onlarca kişinin tutuklandığı, nerdeyse iki kişinin bile bir araya gelmesinin suç sayıldığı bir ülkede hangi özgürlükten bahsedeceğiz. Tüm bu koşullara, bütün baskılara rağmen en özgür, en direngen, en boyun eğmez insanların zindanlarda olduğunu tutsaklar direnişleriyle göstermiştir. Dolayısıyla gözaltına alınmayı ve tutuklanmayı göze almak, bundan korkmamak ve iktidarın bu korkular üzerinden sonuç almasına izin vermemek, en temel görevimiz olmak durumundadır.
Elbette bu görev başta toplumun en temel dinamik gücü olan gençliğin görevi ve sorumluluğudur. Tecridin kırılması ve geleceği karartılmak istenen gençliğin geleceğinin aydınlatılması anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla bu direniş sürecini en önde ve en fazla sahiplenmesi ve öncülük rolünü oynaması gereken kesim gençliktir. Geç olmadan ve kayıplar verilmeden, gençliğin her alanda harekete geçmesi, gençliğin tarihsel sürece cevap olabilmesinin temel kriteridir.