Kültür sanat alanında yaşanan hak ihlallerini değerlendiren Aydın, ‘Bu coğrafya Şeyh Bedrettinlerin, Pir Sultan Abdalların, Karacaoğlanların, Yılmaz Güneylerin, Ruhi Suların, Nazım Hikmetlerin, halk için mücadele edenlerin coğrafyasıdır. Burada gericilik ve faşizm maya tutmaz’ dedi
Sadiye Eser-Ferhat Çelik/MA
Türkiye’de 2018 yılında sanatçıların sahneye çıkarılmaması, konser ve oyunların iptali, kültür sanat kurumlarına atanan kayyumlara ve kültürel alanların yıkılmasına varana değin birçok hak ihlali yaşandı. 2018 yılında kültür sanat alanında yaşanan hak ihlallerine ilişkin oyuncu Orhan Aydın, Mezopotamya Ajansı’nın (MA) sorularını yanıtladı.
2018 yılında çok tartışılan olaylardan biri 18 Mart Çanakkale Zaferi ile ilgili Meclis’te düzenlenen anma gecesinde, Meclis Başkanı İsmail Kahraman’ın talebi doğrultusunda kadın tiyatro oyuncularının sahneye çıkarılmamasıydı. Kültür sanat alanında nasıl bir yılı geride bıraktık?
Bu AKP’nin genel karakteridir. Kültür ve sanat düşmanlığı konusundaki tavrının açığa çıktığı anlardan bir tanesidir. Dönemin Meclis Başkanı açık bir şekilde şeriat çağrısı yapmış bir zattır. Dolayısıyla parlamentonun çatısı altında böyle bir adamın başkanlık yaptığı bir yerde Devlet Tiyatrosu’ndaki oyuncu arkadaşlarımın böyle rencide ve aşağılayıcı bir durum ile karşılaşmalarına şaşmamak gerekir. Bu AKP’nin kültür ve sanat alanındaki düşmanlığının ayyuka çıktığı durumlardan bir tanesidir.
Yine Mart ayında MESAM’a kayyum atandı. Bu gelişme de büyük yankı uyandırdı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
MESAM’ın başında eşitlikçi, barıştan yana olan aydınlanmacı ve kardeşlikten yana sanat üreten arkadaşlarım yönetim kurumundaydı. Başında Arif Sağ vardı. Bundan büyük rahatsız oldular. Saray’ın yandaşı ve yamağı haline gelen Orhan Gencebay MESAM’ın başına getirildi. Dolayısıyla MESAM’a bir operasyonla kayyum atadılar ama bu tutmadı.
KHK ile Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı. Bununla amaçlanmak istenen neydi?
Devlet Tiyatroları Opera Bale ve Senfoni bir kararname ile Cumhurbaşkanlığı’na bağlanma meselesi ile ilgili birçok açıklama yapıldı. Bir hafta sürmedi kararname geri çekildi. Şu an hala Devlet Tiyatrosu Opera Bale ve Senfoni yani devletin sanat kurumları özerk gibi gözüküyor ama başındaki genel sanat yönetmeninden ürettiği ne varsa hepsinin içeriği ile ilgili karar veren kurum başka bir kurumdur.
Kültürel yapıların harabeye dönüştürülmesini ve yıkılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunun ilk adımı Mehmet Aksoy’un Kars’taki insanlık anıtına “Ucube” diyerek yıkmaya başlamış bir süreçtir. Arkasından çağdaş toplumlarda, mutlak onarılıp bir tiyatro müzesi olarak hayata katılması gereken ana mekanlardan bir tanesi olan Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin yıkılması, Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmak istenmesi ve Muammer Karaca Tiyatrosu’nun kapatılması aynı zaman dilimidir. AKM’nin yıkılmaması, mimarların ve kent bilimcilerinin tasarlayacağı biçimde onarılıp hayata katılması gerektiği konusunda bir mahkeme kararı çıktı. Mahkeme kararına uyulmadı. 13 yıldır 21 milyonluk bir kentin yüreği sökülmüştür.
Bölgede de Hasankeyf’te yine Sur’da tarihi tescilli yapıların yıkılmasına devam edildi. Bölgedeki kültürel varlıkların yıkılmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Kürt coğrafyasında 90’ın üzerinde belediye kayyumlara teslim edilmiş. Yüzlerce belediye meclis üyesi şu anda cezaevinde ve bölgedeki kültür sanat etkinliklerinin tamamı budanmış. Diyarbakır Şehir Tiyatrosu’na bile kayyum atayacak kadar geri bir akla sahip bir sistemden söz ediyoruz. Dolayısıyla Diyarbakır’dan öte bütün Kürt coğrafyasındaki kültür sanat etkinliklerini bütün Anadolu’da olduğu gibi denetlemeye kalkan bir akılla yüz yüzeyiz. Kültürel varlıklarla ilgili düşmanlıklarla bağlantılı olarak şunu söyleyeyim; bu coğrafyada 135 tane Antik tiyatro var. Ama bu coğrafyanın yurttaşlarının hiçbiri 6 tanesinin adını sayamaz. 135 tanedir ve bunların yarısı hayvan ahırıdır. 21. yüzyıldayız, bu coğrafyanın insanı ve dünya insanı için en büyük utançlardan biridir.
Yüzlerce sanatçı hakkında soruşturma açılırken çok sayıda sanatçı tutuklandı. Sizin de şu an devam eden 13 davanız var. Sanatçılara yönelik bu baskıları nasıl okumak gerekiyor?
Hepsi kültür sanat alanında ürettiğim ve düşündüklerimi paylaştığım için açılan davalardır ve sürüyorlar. Kazandıklarım var, kaybettiklerim var. Mesela tiyatro oyuncusu Cenk Dost Verdi, sosyal medya paylaşımları nedeniyle 2 yıl ceza aldı. 21. yüzyılın yeni Türkiye’si, Recep Tayip Erdoğan Türkiye’sidir. Faşizm kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi davranmayan, kendisine biat etmeyen kim varsa hepsinin üzerinde yoğun baskı oluşturuyor. Bütün insanlık tarihinde de böyledir.
Hacettepe Üniversitesi’nde bir etkinliğe katılan şair Ahmet Telli’ye yönelik bir linç girişimi gerçekleştirildi. Ancak saldırıyı gerçekleştirenlerin Telli’yi tanımadıkları ortaya çıktı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Provokasyondur. Hangimizi tanıyorlar ki?
Ahmet Telli’nin şair olduğunu da bilmiyorlar. AKP’li ve MHP’li çetelerden oluşan ve dışarıdan gelen insanlar Ahmet’i linç etmek istediler. Ahmet’e yapılan saldırı ilk değildir. Son da olmayacak gibi görünüyor. O nedenle söyleyeceklerimizi söylemekten geri durmamalıyız.
Yıl içerisinde sırf isminden dolayı yasaklanan oyunlar da vardı. Örneğin Barış Atay’ın ‘Diktatör’ oyunu. Oyunun adı “Diktatör” olduğu için izlenmeden yasaklandı. Kadıköy Kaymakamlığı, Kadıköy Emniyet Müdürü, İstanbul Valisi oyunu seyretmeden emir ile yasakladılar. Barış’ın “Diktatör” oyununun başına gelen şey öbürünü bilmemektendir. Artvin Valisi de oyunun adı “Diktatör” olduğu için izin vermedi. Nedir?
“Sen Recep Tayyip Erdoğan’a diktatör diyorsun” diye engellendi. Diktatör deyince demek ki akıllarına sadece Recep Tayyip Erdoğan geliyor. Barış’ın oyununun başına gelen budur. Ama ne oldu, Barış o oyunun altından başka türlü zıpladı geldi. Kendi bölgesinden seçime gitti ve Meclis’e girdi.
Sanatçıların savaşa destek veren açıklamaları ve duruşlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
2018’de kimi sanatçıların, Afrin başta olmak üzere birçok benzer olayda savaşa destek verdiklerine tanıklık ettik. Biz onlara sanatçı demiyoruz. Bu çok net bir ayrımdır. İnsanlık tarihinde herhangi bir sisteme biat eden tek bir sanatçı gösteremezsiniz. AKP’nin kullarından, uşaklarından, yandaşlarından sanatçı diye söz etmek benim onuruma dokunuyor.
Cumhurbaşkanlığı bünyesinde Kültür Sanat Politikaları Bakanlığı da bu yıl kuruldu. Buraya Erdoğan’a yakın isimler atandı. Bu nasıl bir sonuç doğurdu?
11 ismin tamamı Erdoğan’a yakın kişiler. Neler yapacaklar örneklerini de yaşamaya başladık. İlki şudur; geçtiğimiz haftalarda hayatları boyunca sinema ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan biri Konya, biri Kayseri, biri İstanbul milletvekili olan 3 AKP’li milletvekili yeni sinema kanunu tasarısı verdiler parlamentoya. Bu, kurulun başının altından çıkan bir şeydir. Yurt dışından ithal edilen filmleri bile seyredecekler. O filmler Anadolu’da sinemalara girecek mi girmeyecek mi karar verecekler. Bu sansürden ötedir. Bunu ne 12 Mart’ta yaşadık ne de 12 Eylül’de yaşadık.
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in başına gelenleri de sormak istiyoruz.
Sevgili Metin Akpınar’la, Müjdat Gezen’in yaptığı güldürürken bile düşündürmektir. Sinemada da tiyatroda da ürettikleri öyledir. En üst perdeden bu iki insanın düşüncelerini hedef alıp, onları ötekileştiren, düşmanlaştıran, evlerinden gözaltı yaparak, mahkeme koridorlarına taşıyan görüntüleri birlikte izledik. Buraya kadar getirmelerinin tek nedeni var. Bir gözdağı vermek, bir korku imparatorluğu yaratmak ve büyütmektir. Ama nafiledir.
‘Faşizim ve gericilik maya tutmaz’
Bütün bunlara rağmen 2019’da bunları yaşamamak için neler yapılmalı?
Sanatın her alanında müziğinden, sinemasına, edebiyatından, şiirine, romanına, tiyatrosundan operasına, balesinden, senfonisine varana kadar ayrıştırmadan bir araya gelebilmek, birlikte barışı, eşitliği ve özgürlüğü kışkırtacak toplumsal gerçekçi işler üretmek ve bütün bir Anadolu’ya sevinç yaymak. Bu bir ilk adım örgütlenmesidir. İkinci adımı da birlikte üretmektir. Bunun başka hiçbir yolu yok. Her şey güzel olacak. Bütün bunları söylüyorum, bir umutsuzluk olsun diye değil. Bunlar bildiğimiz şeyler. Ama her şey değişecek. Çünkü, Bu coğrafya Şeyh Bedrettinlerin, Pir Sultan Abdalların, bu coğrafya Karacaoğlanların, Yılmaz Güneylerin, Ruhi Suların, Nazım Hikmetlerin, Uğur Mumcuların, Deniz Gezmişlerin, Yusuf Aslanların, Hüseyin İnanların, bu coğrafya Anadolu’da barışı, kardeşliği, eşitliği, özgürlüğü, halk için mücadele edenlerin coğrafyasıdır. Burada gericilik ve faşizm maya tutmaz.