Kullanıcılar tarafından oluşturulan anlam ağları, iktidarın algı operasyonlarına karşı bir direnç odağı olabilmektedir
KONDA’nın, partilerin seçmen profillerini ölçmeye yönelik yaptığı çalışmaların raporları geçtiğimiz ay yayımlandı. Bu raporlara göre AKP seçmelerinin yüzde 36’sı hiç internet kullanmıyor, yüzde 44’ü Facebook, yüzde 13’ü ise Twitter kullanıyor. Gazeteye de pek ilgi göstermeyen AKP’liler medyayla ilişkilerini genel olarak televizyon üzerinden kuruyor. CHP seçmenleri ise, yüzde 60 Facebook ve yüzde 28 Twitter kullanma oranıyla sosyal medyayı en aktif kullanan seçmen grubu olarak öne çıkıyor. HDP’liler ise Facebook’u yüzde 55, Twitter’ı ise yüzde 24 oranında kullanıyor.
Bu durum Cumhurbaşkanı adaylarının Twitter hesaplarında da gözlemlenebiliyor. Gazete Duvar’dan Serkan Alan’ın haberine göre, en fazla takipçi sayısına (13 milyon) sahip olan Erdoğan’ın paylaşımlarının aldığı etkileşim sayısı, bu takipçi sayısıyla hiç de orantılı değil. Örneğin, bu süreçte en fazla etkileşim alan Diyarbakır mitinginin canlı yayını 175 bin kişi; Erdoğan’ın Konya mitinginden özel olarak hazırlanan video ise 372 bin tarafından izlenmiş. Oysa, Selahattin Demirtaş’ın ailesine telefon hakkını kullanarak, halka seslendiği “miting” videosu bir günde bir milyonu aşkın kişi tarafından izlendi. Aynı şekilde Muharrem İnce’nin harmandalı oynadığı videosu da bir milyonu geçti.
Hal böyleyken, sosyal medyanın, muhaliflerin kendilerinin çalıp kendilerinin oynadığı, AKP’li seçmene ulaşamadığı için etkisiz bir alan olarak kaldığı söylenebilir mi?
Sosyal medya alanında çalışan bazı akademisyenler, Twitter ve Facebook gibi platformlarda insanların kendileri gibi insanlarla kapalı gruplar oluşturduklarını ve böylece kendilerinden farklı insanların sesini duyma riskini bile önlediklerini, bu nedenle bu mecraların bir kamusal alan olarak adlandırılamayacağını ileri sürmektedir. Bu yaklaşıma göre, sosyal medya mecraları ancak toplumsal kutuplaşmayı sabitleyici bir işlev görmektedir.
Türkiye’de de, bu eleştiriyi haklı çıkaracak bir sosyal medya ortamımız olduğu aşikâr. Siyasal düzeyde yaşanan keskin ayrımın, bu mecralarda da devam ettiği; hatta nefret söylemine varacak düzeyde, bunu yeniden ürettiği söylenebilir. Ancak, sosyal medyanın, insanların siyasal tercihlerini değiştirecek düzeyde güçlü bir mecra olup olmadığı bütün dünyada hâlâ tartışma konusuyken, olayın bu tarafına bakıp sosyal medyayı etkisiz bir araç olarak tanımlamak bence doğru değil. Sosyal medya, bu seçimlerde de gördüğümüz gibi gayet etkilidir.
Birincisi, Edirne Cezaevi’nde siyasi bir rehine olarak tutulan Selahattin Demirtaş’ın “seçim kampanyası”nı Twitter’ı kullanarak yürütmesi, sözünü bu mecralardan halka aktarması, dünyada örneği görülmeyen bir başarıdır. Erdoğan’ın elinde sayısız televizyon, gazete, internet sitesi ve troll varken, Demirtaş’ın sözünün Erdoğan’dan fazla yayılabilmesi, sosyal medyanın tanıdığı olanaklarla doğrudan alakalıdır. Buradan doğan sözün ve heyecanın internet ile sınırlı kalmadığı, sokaklara yayıldığını da bilinmektedir.
İkincisi, sosyal medya bütün kullanıcıları açısından olmasa dahi, muhalifler için bir kamusal alan özelliği taşımaktadır. #Tamam dalgasının hızla yayılması, Erdoğan’ın benzer gaflarının hemen hashtaglerle karşılanması, HDP’nin barajı geçmesinin stratejik öneminin yaygınlaştırılması ve etraflıca tartışılması gibi örnekler, farklı partilerden muhaliflerin birbirlerinin sözüne önem verdiğini, belirli söylem ve taktiklerin ortak olarak oluşturulduğunu göstermektedir. Kullanıcılar tarafından oluşturulan anlam ağları, iktidarın algı operasyonlarına karşı bir direnç odağı olabilmektedir.
Bunun yanında, Ekşi Sözlük’te Muharrem İnce başlığına yazılan entrylerden İnce’nin danışmanlarının yararlandığı, hatta bu önerilerin bazılarının hayata geçirildiği, bizzat yazarlar tarafından dillendirilmektedir. Yani, tek bir adamın ve onun çevresindeki danışmanlarının merkezden ürettiği siyasete karşı, etkileşime, katılıma açık bir siyaseti mümkün kılmaktadır sosyal medya.
AKP’nin ajanslar kurarak istihdam ettiği troll’lerinden tamamen farklı şekilde, kendi isteği ve motivasyonu ile içerik üreten muhalif kullanıcılar, aynı zamanda bu troll’lerin ve (troll’lerden işlevsel olarak farklı olmayan) AKP medyasının manipülasyonlarına da hızlı bir şekilde cevap verebilmektedir. AKP medyasının deli saçması senaryolarını, kaynak göstererek, yaratıcı görsel ve videolar hazırlayarak çürüten muhalif akıl, aynı zamanda medya eleştirisi görevini de üstlenmektedir.
Paolo Gerbaudo, Twitler ve Sokaklar başlıklı kitabında, sosyal medyanın devrimler yaratmadığını, ancak onun dağınık ve bireysel davranan kitlelerin fiziksel (düşünsel) biçimde toplanmasını kolaylaştıran ve sembolik bir kamusal alan kurma sürecinde bir araya gelme koreografisi oluşturan bir araç olduğunu söylemektedir. 24 Haziran öncesinde de, tek adam rejimine ve onun dayattığı yaşama karşı yaşamlarına sahip çıkan milyonların bir araya gelme koreografisi, iktidarı korkutmaya devam ediyor.