Gülcan Kılagöz
Ağlamayan insan var mıdır sorusuna neredeyse hepimiz aynı yanıtı verebiliriz. ‘Ağlamayan insan yoktur’ bir gerçekliktir. Ancak kimi durumlarda insan gözyaşını zayıflık belirtisi olduğunu düşünür ve başkaları tarafından görünmesini istemez. İnsan doğası gereği ağlar. Tabi her insanın ağladığı durumlar farklılık gösterir. Yaşamla buluştuğumuz ilk saniyelerde ağlamaya başlarız. Bu ağlama refleks ve yaşama tutunmanın en önemli adımı olarak tanımlanır. Bebeklik sürecinde başlayan ve 3 yaşına kadar devam eden ağlamalar iletişim kurma durumudur. Konuşma yetimiz geliştikçe ağlama yerine diyalog kurmaya başlıyoruz. Yapılan araştırmalarda, erkek ve kız bebeklerin ağlama sıklıkları arasında bir farklılık görülmemiş. Toplumsal baskı ve nedenlerle erkeklerin zamanla bu duyguyu bastırarak daha az ağladığı da bir gerçek.
Kadını erkeği yok
Duyguları paylaşmanın en etkili yolu yüz ifadesidir. Hareketleri milimetrik olarak birbirine uyumlu olan 50’yi aşkın kas, ağız, yanak, göz, alın ve kaşlarımızla eşsiz yüz ifadesi için özgürlük sunuyor. Tüm insanlar en azından sevinç, öfke, korku, üzüntü, şaşkınlık ve iğrenme gibi altı temel duyguda aynı mimiklerle konuşuyor. Beş yaşındaki çocuklar dahi mimikleri yorumlamakta yetişkinler kadar yeteneklidir. Duygusal yapılar her insan da farklılık gösterse de ağlamak birçok kişi için rahatlatıcı bir unsurdur.
Duygu yoğunlaşmasında acı, sevinç, keder, kayıp, çaresizlik, sinir, heyecan, gibi yoğun yaşanan birçok his, gözyaşlarımızın akmasına sebep olabiliyor. Ağlama eyleminin kadını, erkeği yok. Her insan ağlama ihtiyacı duyar ve ağladıkça rahatlar. Mutluluğu ve üzüntüyü de tatmak gerektiği herkesin bildiği bir gerçek. Ancak ağlamanın, üzüntüyü hissetmek için iç organlar tarafından da hissedilen bir şey olup olmadığı hala bilinmiyor.
Hayvanlar da ağlıyor
Sadece insanlar değil hayvanlar da ağlar. Yapılan kimi araştırmalar hayvanların da bazı durumlarda ağladığını gösteriyor. İlk olarak, pek çok hayvan türü acı duydukları zaman sızlanır veya ağlarlar. Bu sadece insana özgü bir eylem değil. Ancak duygusal anlamda gözyaşı döken tek türün insan olduğu düşünülüyor. Duygularla ilgili beyindeki bölgeleri en çok gelişmiş tür insan olduğundan, bazı tepkisel olguları da bu duygularıyla birlikte evrimleşen tek tür insan.
Yaşam boyunca akıyor
Bilim insanları üç farklı tür gözyaşına sahip olduğumuzu söylüyorlar. Bunlardan ilk ikisi vücudumuzun kimyasal tepkilerinden oluşurken, üçüncü tür gözyaşı tamamen yoğun duygular yaşamamız sonucunda meydana geliyor. İlki gözleri nemli tutmak amacıyla akan ve göz pınarından aşağıya taşmayacak kadar salgılanan nemlendirici sıvı. İkincisi, gözümüze bir uyaran etki ettiğinde (soğan ve toz gibi) salgıladığı refleksi ile akan sıvı. Üçüncüsü de yukarıda açıkladığımız duygusal nedenlerle akan gözyaşı.
“Neden ağlıyoruz” sorusuna yanıt arayan birçok kitap yayımlandı. Fransız Psikiyatrisi Patrick Lemoine, “Gözyaşlarının Cinsiyeti” adlı kitabında, kadınların erkeklere oranla daha çok ağladıkları için, duygularını da daha iyi kontrol altında tutabildiklerini söylüyor. İstatistikler, insanın yaşamı boyunca 95 litre, yani yaklaşık 10 kova gözyaşı döktüğünü söylüyor. Ağlamanın sosyal yönlerini bir kenara bırakacak olursak, ağlamak genellikle kişiyi rahatlatan bir şey olarak görülüyor.
Yas tutmanın bir parçası
Gerginlik ve stresi hafifleten fizyolojik bir rahatlama mekanizması olarak da tanımlanır. Bazen nefes almak kadar gereklidir ve yas tutmanın vazgeçilmez bir parçasıdır. Aynı zamanda gözyaşları bir döngünün parçasıdır. Ağlamak gözyaşı bezlerini harekete geçirir ve onların kurumalarını önler. Göz cidarlarında bulunan mikro irritanların temizlenmesini sağlar. Ayrıca gözyaşının antibakteriyel özelliği de vardır, gözlerde enfeksiyon oluşmasını önler. Ağlamak sinir sistemi için çok zararlı bir madde olan mangenez gibi toksik maddelerin ve stres sonucu biriken bazı zararlı maddelerin de vücuttan atılmasını sağlar. Endorfin hormonunun da salgılanmasını sağlar. Gülmek ne kadar doğalsa ağlamak da o kadar doğal. Ancak ağlamak bir teslimiyet halidir ve her zaman çözüm değildir. Bunun için daha dirençli olmak ve duygusal yoğunluğun altında ezilmemek önemli. Duyguyu kontrol edebilmek kişiyi daha sağlıklı durumun içene sürüklediği gibi daha rahat hareket etmesini sağlar.