Serhad Tendurek
Özellikle Ortadoğu insanının çok iyi bildiği bir olaydır Osmanlı. Halit bin Welid, Atilla, Timur, İskender, Alpaslan gibi işgalcilerden sonra en büyük ilhak, Osmanlı zamanında Ortadoğu’da özellikle de Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Her biri on yıllarca, yüzyıllarca işgalci olarak kala kalmış bu topraklarda. Bu nedenle iyi tanınırlar. Buna temel teşkil eden tarihsel, toplumsal nedensellikleri bir kenara koyarak, olayın esas boyutunu oluşturan sömürgeciliği açımlamakta fayda vardır.
Kapitalist Modernite’nin temel yayılım politikasıdır. Başta ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel olmak üzere, coğrafyaların tahakküm altına alınarak kendi benliklerinden uzaklaştırılması ve sömürene benzemesini hedef alan politik organizasyondur. Sömürgenlerin ortak özelliği doymak bilmez benlikleridir. Durum genel anlamda budur. Ortaçağ’da da sömürgecilik vardır ve o zaman kapitalizmin selefi olan ideoloji dindir. Din adına yapılan işgalciliğe de fetih adı verilmiş ve böylelikle gerçekleştirilen işgaller meşru gösterilmeye çalışılmıştır. Osmanlı döneminde gerçekleşen işgalcilik hayli kapsamlı olmuştur. Çünkü hem din adına hem de erken dönem kapitalizmi adına hareket edilerek sınırlarla beraber, ekonomik ve kültürel işgalcilik hedeflenmiştir. Bu işgal hareketinin diğerlerine nazaran daha fazla sonuç aldığı söylenebilir. Bunun esas nedeni ise din faktörüdür. Mesela Osmanlı padişahları kendilerini İslam halifesi olarak ilan etmiş ve böylece dini duyguları oldukça hassas olan bölge halklarını kolaylıkla ele geçirmeyi başarmışlardır. Aksi halde Ortadoğu halklarının toprak bağlılıkları oldukça gelişkindir ve bu konuda tarih savaşlarla, direnişlerle doludur.
Osmanlı sınırlarını doğudan-batıya Safevilerden İtalya’ya kadar; güneyden-kuzeye ise Mısır’dan Rusya’ya kadar genişletmiş ve bu kendilerinin bölgenin tek hakimi olma özelliğini doğurmuştur. Bu nedenle 600 yıl boyunca varlığını koruyabilmiş ve herhangi bir saldırıdan yara almamıştır. Gerileme ve çöküş süreci bir dönemin kapanmasıyla alakalı olduğundan ve ayrıca iç yapılanmalarının dahi uyuşmazlık göstermelerinden dolayı artık farklı bir mecralaşmaya meyletmekle başlamıştır. Ancak bundan önceki süreçte ayakta sağlam durmuştur. Temel sebeplerinden birinin halifelik kurumunun Müslüman halklar üzerinde yarattığı etki olduğu katidir. Ancak diğer temel husus ise baskı ve korkunun halkları sevk ettiği yardım ediciliktir (işbirlikçilik). Osmanlının ne zaman başı dara girse hemen ilgili bölgenin halklarıyla ilişki geliştirilmiş ve bu beladan kurtulma durumu oradaki halklar sayesinde gerçekleşmiştir. Örneğin Mısır Arapları için bu böyledir. Memlük Devleti esasen Araplar eliyle teslim alınıyor. Ridaniye ve Mercidabık’ta hem Kürtler hem de Araplar çok ciddi roller oynayarak siyasi, dini ve askeri iktidara el değiştiriyorlar. İşte 1516’dan beri hilafet Osmanlı padişahlarına böylece geçiyor. Sadece bu mu? Değil tabi ki, Mısır’a kadar tüm toprakların hakimi Osmanlılar oluyor.
Özellikle Anadolu, Kürdistan, Suriye ve Irak’ın Osmanlı toprağı olması kendisini neredeyse bir dünya devi haline getirmişti. Bu durumun kendilerine yarattığı çok ciddi getiriler olduğu kuşkusuzdu. Ancak bu durumu muktedirlerin gözünden okuma durumumuz yok. Bölgede sömürülmüş halkların kendilerinden her an taviz vermelerinden tutalım da dil, gelenek, yemek, düğün, yas, ticaret vb. hiçbir konuda kendileri gibi yaşayamamaları toplumsal buhranlara sebebiyet vermiştir. Halen de düzeltilmesi mümkün olmayan tahribatlar yaşanmıştır. Örneğin; Farsça, Kürtçe, Arapça ve Süryanice’nin iç içe geçmiş ve kimin kimden etkilendiği halen de muamma olan yeni bir dil oluşmuştur. “Osmanlıca” olarak telaffuz edilen ve bugün hiçbir halk tarafından kullanılmayan dil işte tam da buydu. Her birimiz duyduğumuzda şaşırıp kalıyoruz Osmanlıcayı. Her dile benziyor ama tam olarak hiçbiri de değil. Sebebi hükmettiği bölgelerin üzerinde mutlak hakimiyeti korumaktı.
Osmanlı devleti 1915’lerden sonra artık resmen yok hükmündedir. İlk cumhuriyetçilerin devreye girmesiyle yeni bir defter açılmış ve Osmanlıcılık adına var olan hemen hemen her şey ortadan kaldırılmıştır. Dil kısa bir süre daha devam etmekle beraber o da daha sonra ortadan kaldırılmıştır. Yeni bir dil, yeni bir tarih icat edilmiş, yeni bir ırk tescil edilmiştir. Bu başlı başına bir konu olduğundan değerlendirmeyeceğiz. Her ne kadar Osmanlının gitmesi taraftarları çok olsa da, T.C’de bunun zıddını düşünüp Osmanlıcılık yapmaya devam eden ve bugün daha çok milliyetçi-kafatasçı güruh içerisinde örgütlenen kişi ve gruplar da vardır. Bunlar her zaman Osmanlı normlarını savunmaya devam etmiş ve Osmanlının Türk olduğunu iddia etmiş ve bugün de aynısının olması gerektiğine kanaat etmişlerdir. Örneğin tüm bölge halklarının üzerinde egemenlik hakları olduğunu her seferinde bas bas bağırarak zikretmektedirler. Bölge halkları oldukça küçümsenmekte, kendini yönetme kudretlerinin olmadığı vurgulanmakta ve kurtarıcının mutlak süratle “yüce Türk ulusu” olduğu dillendirilmektedir. Bunlara neo Osmanlıcı deniyor. Yani yeni Osmanlıcı.
Şimdilerde son Osmanlı, Erdoğan’dır. Tüm bölgeyi ele geçirme planı yapmış, tüm gücünü bunun için seferber etmiş, ayrıca dünya siyasetini de buna hazırlamaktan da geri kalmamıştır. Zaten yılların sorun sarmalında cebelleşen Suriye’de kim yumruğunu masaya daha hızlı vursa kazanır diye düşünüyor olacak ki hemen her fırsatta böğürüyor. Alacağım, vuracağım, kıracağım diyor. Bunlar öylesine ortaya çıkmış durumlar değil. Sorun sadece Suriye de değil. Sırasıyla hedefleri arasında Güney Kürdistan ve Irak var. Şayet buralarda başarılı olabilirse sıradaki diğer büyük lokma ise hiç kuşkusuz İran’dır. Yani plan şu; sınırlar genişleyecek, ekonomik hat uzatılacak ve tüm zenginlik kaynaklarına el konulacak. Diğer toplumlar üzerinde Türklük zerk edilecek. Böylece Türk-İslam dünyası yeni bir mecrada büyüyerek Osmanlı devletinin temelleri atılacaktır.
Bu kaba hatlarıyla hedef 2023’ün planlamasıdır. ‘Amerika son dakikada neler gördü de bölgeden tasını tarağını alıp kaçıyor?’ ‘Türkiye gibi borç batağında çırpınan bir devletin nesinden ürkerek anlaşma masasına oturdu?’ gibi sorular cevaplanmayı beklerken; tüm bölgenin acilen hortlatılmaya çalışılan Osmanlı enstantanesine dur deme zamanı gelmiş de geçmektedir. Ya makûs talih denilerek aç bir kabadayıya teslim olunacak ve bu kadim coğrafya hep kederlerin toprağı olacak; ya da yumruk masaya nasıl indirilir dosta düşmana gösterilecektir. Önemli olan geç kalmamaktır. Eskisi gibi kanmamaktır.