Paris’in arka mahallelerinden biriydi. Bir Sarı Yelekli toplantısında bir Şili’li ile konuşuyordum. Tabii ki konu Sarı Yelekliler’di ve ben, son haftanın benim için favori cümlesini kuruyordum. ‘Nasıl oluyor da, dünyanın herhangi bir yerinde, bir isyandan 2-3 hafta sonra herkes Zapatistalar gibi konuşuyor?’
Şili’li Sarı Yelekli -önünde bebeği vardı boynuna bağlanmış, iyice soğuktu hava, üstü kendi paltosuyla örtülüydü bebeğin, kanguru cebinde gibi bakıyordu sağa sola bebek- ‘Evet evet’ dedi Şili’li. ‘Aynı Demokratik Konfedaralizm’ değil mi bu?’
Bugün ABD’nin güçlerini çekeceği açıklamasıyla ortalık karıştığında, yaklaşık 10 yıldır 4-5 kez yazdığım ‘Halk Diplomasisi’ yazıları aklıma geldi hemen. Alttaki alıntı 3 yıl öncesinden;
‘Garip bir şekilde yine her şey, sanki kendi aramızda oynanan bir şeymiş gibi geliyor herkese. 3. Dünya Savaşı’nın doğrudan, tam ortasındayken, her şey ulusal politika içinde cereyan ediyor ve biz böyle kabul ettik diye böyle devam edecekmiş gibi. Şöyle bir kafamızı kaldırıp baktığımızda, mesela Kürt hareketi sadece şu an için değil, çok uzun yıllardır doğrudan dört ülke politikası içinde. Bunun üstüne üstlük özellikle Suriye’nin durumundan sonra bütün dünya ülkelerinin bir tarafından tuttuğu ve hatta muhtemel İzlanda casuslarının bile yer aldığı bir ‘İspanya iç savaşı, daha doğrusu Rojava’yı merkezine koyduğumuzda hala yaşayan ve ayakta bir İspanya Devrimi’nin yaşandığı bu coğrafyada ‘diplomasi’ mücadelesi sahiden hak ettiği yerde mi?
Yanlış anlaşılmasın ben devletlerle ilişkilerden bahsetmiyorum. Dediğim gibi zaten, muhtemel İzlanda’nın bile yakından izlediği bir coğrafyada bölgenin bütün aktörlerinin, neredeyse her devletle bir ilişki kurması çok doğal görünüyor bana. Benim bahsettiğim Rojava’nın ilk günlerinde de değindiğim ‘Halklar Diplomasi’si için neler yapılıyor? El Salvador gerilla komutanı ve barış anlaşmasının müzakerecisi Roberto Canas’la bu hafta yeniden görüşmemizde, müzakere sürecinin yeniden başlayabilmesi için diplomasi sürecinin öneminin altını bir kez daha çiziyordu. 3. Dünya Savaşı’nın sürdüğü bir coğrafyada, barış için uluslararası ilişkilerin önemi ret edilebilir mi?
Bu yüzden mesele yine ne istendiğini gelip dayanıyor. Bu günlerde benim sözlerim üzerine, ‘Her gün insanlar ölüyor senin ise ‘Ekolojik Demokrasi’den, ‘Radikal bir demokrasiden’ başka bir şey ağzından düşmüyor.’ diye düşünüyorsanız, tam demek istediği de bu. Toplumsal bir dönüşümü, mesela ‘Cinsiyet Özgürlükçü bir paradigmayı, ben anlatırken Kadın Cumhuriyeti yani iktidarı olmayan bir toplumsal yapıyı anlattığınız zaman öncelikle geniş toplumsal bir meşruiyet, sınırları aşan bir toplumsal meşruiyet sağlanabilir. Hatta orta sınıf politikacının anlayamadığı mücadelenin ‘antikapitalist’ niteliğinin öne çıkarıldığı bir halklar diplomasisi ile 3. Dünya Savaşı’nda ancak barış mücadelesi kazanılabilir. Devletlerin hoşuna gitsin diye mahcubiyet içeresinde lafları ağzımızda gevelediğimizde ne halklar ne istendiğini anlayabiliyor ne de devletler, sizin bu mahcubiyetinize kanıyor.
…Bu hareketleri buraya taşıyan insanların, sizin uluslararası diplomaside ne için mücadele ettiğinizi anlatacağınız ve mutlaka etkili olacak kesim olarak tanımlıyorum. Tabii ki barışın yolu da buradan geçiyor; Halklar Diplomasisinden…’
Yani Paris’te bir Şililinin söylediğini herkes bilmediğinden değil mi bu günkü devletlerin ne yapacağını seyretme hali?