KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin çağrısıyla bölgelerde düzenlenen “krizin bedelini ödemiyoruz” mitinglerinin Marmara ayağı 22 Aralık günü İstanbul’da gerçekleşti. Mitinge çağrı için hazırlanan görsellerden birisi sosyal medyada ve kadın mücadelesinin elinin değdiği örgütsel yapılarda bir tartışma konusu oldu. Söz konusu görselde krizi temsil eden bir grafik, erkek işçinin üzerine düşerken erkek işçinin karısı olduğunu tahmin ettiğimiz bir kadın kucağında ve eteğinde çocuğu ile kenarda çaresizce durmaktaydı.
Tertip komitesi görselin çeşitli mecralarda tartışılmasından kısa bir süre sonra bir açıklama yayımlayarak kadınları çalışma yaşamının dışında gösterdiği için görsele yönelik eleştirilerin haklı olduğunu belirtti. Komite “tüm kadınlardan özür dileriz”dedi.
Miting görseli yıllardır son derece sorunlu bir alan olan sendikalar ve kadınlar ilişkisinde zülfüyâra dokundu. Kişisel olarak belirtmeliyim ki afiş vesilesi ile gösterdiğim tepkinin altında katman katman sorunlar vardı.
İlk itirazım krizin ve işsizliğin bir erkek sorunu olarak algılanmasınaydı. Ataerkil toplumda evin geçimi “erkek” görevi olarak tanımlandığı için işçinin cinsiyeti düşünce ve imge dünyamızda hep erkek. Kriz ve krizle beraber artan işsizlik yoksulluk sanki sadece erkeklerin sorunu. Kadınlar ancak kocaları, babaları işsiz kaldığı için krizin sonuçlarının mağduru gibi düşünülüyor. Oysa rakamlar ve gerçekler açık. Ekonomik kriz erkeklerden çok kadınları işsiz bırakıyor. Sadece 2008 krizinde kadınların iş gücüne katılım oranı 6 ayda yüzde 48,2’den yüzde 46,1’e gerilemişti. Tahmin ettiğiniz gibi evin geçiminin erkeğin sorumluluğu olduğu varsayımı işten çıkarmalarda ilk tercihin kadınlar olmasına yol açıyor.
Tam bu noktada afiş vesilesi ile dile getirmek istediğim ikinci bir itiraz da aile meselesinde.Aile denilince nedense(!) herkesin aklına kadın erkek ve çocuk(lar)dan oluşan bir yapı geliyor. Oysa hem Türkiye’de hem dünyada yalnız annelerin sayısı azımsanamayacak kadar fazla. 2016 TÜİK verilerine göre Türkiye’de çekirdek ailelerin oranı yüzde 64’ken yalnız yaşayan annelerin oranı yüzde 4.
AKP iktidarının kadınları bağımsız bir yurttaş olarak görmezden gelip annelikle ve aileyle eşitlemesi, üstelik bu söylemi kadınları esnek ve güvencesiz çalışmaya entegre etmek için kullanması artık tüm emek ve kadın örgütlerinin ortak mücadele konusu. Bu durumda kadınların toplumsal konumlarına dair söz söylerken iki kere düşünmek gerekiyor.
Sınıf mücadelesi ve toplumsal mücadeleler içinde kadın sorunun güncel bağlamlarının yanı sıra bir de işin “biz” boyutu var. Türkiye’de emek ve meslek örgütlerinde kadınların talepleri, varlıkları, söz ve karar hakları son derece sorunlu bir konu. Bu konuda tek ileri örnek KESK. KESK’te yıllar süren iradi bir mücadelenin sonucunda kadınların tüzükte tanımlı bir özörgütleri ve söz karar mekanizmalarında yer almasını garanti altına alan maddeler yer alıyor. DİSK’e dönüp baktığımızda DİSK’te kadınlar için 14 uzmanlık dairesinden birisi olan “Kadın İşçiler Sorunları”dairesi dışında kadının adı yok. Üstelik delegelerin 4/3’ünü erkeklerin oluşturduğu son genel kurulda fiili olarak çalışan kadın komisyona tüzüksel güvence talebi dahi reddedildi. TMMOB’da da kadın kurultayının her toplanışında kadınlardan gelen eleştiriler orada da işlerin pek yolunda olmadığını gösteriyor. Kadınların söz ve karar hakkı kurumsallaştırılmadıkça kadın görünürlüğü ve temsiliyeti çözüm olamıyor.
Sorun afiş ya da kadınların nasıl görülüp gösterildiği değil sorun emek hareketinin bugünün sermaye düzeni ve siyasi iktidar karşısında en güçlü ve dirençli hareket olan kadın dinamizmini nasıl kucaklayamadığı. Örgütlerimiz kadın sorunun eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplum mücadelesinin tümleyeni olarak kavrayamadığı sürece kaybetmeye, zayıflamaya mahkum.
Şimdi bir afişten bu kadar şey çıkar mı diyenler olabilir. Ama John Berger’in dediği gibi “görme konuşmadan önce gelmiştir.