Daha önce çekilmez hiçbiri. Boyun eğmek yetmez, herkes inanacak ve inanan herkes elinden gelenin en iyisini yapacak. Erken gitmek ne mümkün! Ondan önce göçecek çok şey var, yıkılacak pek çok anıt, mahvolacak pek çok hayat. Onda “en iyiyi” karşılayan tek hasarsız sözcük, eksiksiz ve tam bir çöküş. Vaktinden önce soğumak olmaz. En azından tutku, derinliklerinde en iyi ısındığı hastalıklı ateşi; ihtiras, kıvrımlarında kendini en huzurlu hissettiği yüksek heyecanı, yığınsal beğeni de kendine en çok yakıştırdığı kusursuz alıklığı bulmadan. En iyi şeyin ölüm olduğuna herkesi inandırmadan hiçbiri çekilmez. Sadece hayranları değil, düşmanları da. Seveni de sevmeyeni de. Ayrı yollardan yürüse de herkesin baktığı yer aynı: Ölüm! Tüm bakışlar orada buluşur, orada karılır. Benimsemek de karşı durmak da kaçınılmaz olanı, gelmekte olanı, gerçekte olanı görmezlikten gelmek zorunda.
O yüzden şen çığlıklar ile yürek paralayan ağıtlar birbirine erimeden ve neredeyse aynı sesi vermeden vaktini doldurmuş sayılmaz. Herkesi inandırdığında korkunç olan fevkalade olur. Işık görünür, gölgeler kaybolur, tam bir aydınlanma onu izler. Çekilir, tartılır, kıyaslanır, kıymetlendirilir, ama hiçbir ışık çakımı bu son andakinden geniş, ondan keskin bulunmaz. Son, başlangıç ve sonrasını, zamanın tümünü kapsar da ondan. Herkesin anlamasını, yok oluşun gerekliliğine iman etmesini sağlamadan göçüp gitmez, en büyüğünden en küçüğüne, en beceriklisinden en beceriksizine. Zorbanın varsa bir tarihi budur, tek kalemden çıkan hikâyesi de. Bütün bir ömrü böyle, üstelik tek bir günü bile herkes için taşınmaz bir yükken, verdiği nefes değdiği her şeyi boğmaya yeterliyken.
En şair ruhlusu, en amansızı. Sözcüğü gereksiz kılacak yalınlığa erişmiş olanı, en inandırıcısı. Aksi, bir dolanmış düş ve yankılar kalabalığı, hayata dair bir tasavvur kıtlığı. Onda sığ istek, geniş imgelemden, sağır bekleyiş de zengin izlenimden daha çok iş görür. Kurduğu dil, başlangıçtaki büyüklük ve görkemli yokluğa denk. Öyleyse bütünlüğünü ve canlılığını korumuş olan her şeyin bu “yokluğa” eşitlendiğini görmeden gözlerini yumması olanaksız. İşte her şey onu doğruluyor. Anlamdan arınsa ve öylece kurulsa da her sözü etkisini gerçekleştirir, yıllar geçse ve hiç kimse hatırlamasa bile. Çünkü en iyi şeyin yıkım olduğuna herkesi inandırmadan yıkılıp gittiği görülmez hiç birinin. Çok eski bir kanundur; ölüme inanmışsanız, imkanı yok ölüm de size inanır. O yüzden her şey onu kılık değiştirmeye ikna edebilir, nefret ve ölüm hariç. Tek gerçek ve ilk çıplaklık olarak ölüm orada, onunla bir ve özdeş, öylece oracıkta durur.
Şiddetli nefretiyle gücünün sınırları, istemiyle yıkım kapasitesinin bağdaşmazlığı üstüne çok şey söylenir. Ama inandırdığı şeyden daha azı değildir. Kaba, ikiyüzlü yığınların yöneliminden, kansız sanat züppelerinin bayağılığı kanıksatan yoz sanatlarından, ucuz uyuşturucularından fazlasıdır o her zaman için. Düşman bildikleriyle değil sadece, izleyicileri dahil yaşayan her şeyle kendisi arasına bir boşluk koyan ve son anında kendisine bile insanlaşma olanağını asla tanımayan bir fazlalık abanması. Ondan bu fazlalığını al, gerçeği diye bir şey kalmaz. Yani yalnızca kendini beğenmiş bir özentinin, kof bir kurumlanışın, besili bir riyakarlığın sessiz cehennemi olarak aniden parlamaz bakışları. Herkes için gerekli olanın fazlasıyla bulundurulduğu bir geniş zaman aralığı. Zira onun öldürme kararı, öldürülecek olanın görünmesinden çok öncedir. Ölüm başka bir şeydir orada, bir taklit, bir müsamere olarak yinelenmeye cüret etmez. Toz tutmuş tarihsel manzaraların yanında çığır açmış sahnelerin bir uyarlanmasından da uzak, kapsayıcılık ve devamlılıkla anılıp taşınan bir şey.
Ağır bir heyecan dalgasından, fışkıran beklenmedik bir alevden, başıboş dolaşan bir güçten, vurup geçen bir esintiden fazla bir şey. En iyi şeyin mahvolmak olduğuna herkesi inandırmadan, mahvolup gittiği görülmez hiç birinin. Temenniler nafile! Kadim bir salgın bu; kayıp dillere, uyuşuk beyinlere, kanayan ruhlara, kaynayan tutkulara, böğüren sefalete ulaşıp sürüklediğinde ölüme inanmamışı kalmaz, izleyicisinden reddedenine.