Türkiye’de bir ekonomik krizden söz ediliyor. Bugün olmasaydı yarın mutlaka yaşanacağı bilinen ekonomik krizin temel nedeninin, aşırı borçlanma ile inşaat, enerji, madenler ve ithalat üzerinden büyüyen sermayenin soygun düzeninin borçlanma kapasitesini doldurmuş olması ve gelen borç vadelerini ödeme güçlüğü içine düşmüş olmasıdır. Ödenemeyecek boyutlara ulaşan ve çok yüksek fazilerle bile yeteri kadar borçlanabilecek kapı bulmakta zorlanan mevcut iktidar çok agresifleşti. Çok sinirliler, her gün ona buna bağırıyorlar, çığırıyorlar ve bu yolla iktidara tutunma gayreti içinde yuvarlanıp gidiyorlar.
Kriz sürerken birçok yağma alanında krize bağlı olarak sermaye yatırımlarında yavaşlama ve durma halleri ortaya çıktı. Bu durum bazı doğal yaşam alanlarının bir süre daha nefes alacağına işaret ederken çokta sevinmemek lazım. Tefeciler IMF ve Dünya Bankası’ndan daha beceriksiz değiller ve kimbilir neler isteyecekler? Mesela uluslararası büyük maden tekelleri için ‘kolaylaştırıcılık’ isteyebilirler, aklınızda olsun diye belirtmek istedim! Evet birçok HES, doğalgaz ve termik santral projeleri ya iptal ediliyor ya da askıya alınıyor. Ancak tüm bunlar yaşanırken, jeotermal enerji santrallerinde (JES) bir yavaşlama şöyle dursun aksine agresif bir yol izleyerek, Türkiye coğrafyasının neredeyse tamamında sondaj başvuruları yapıyorlar ve tabii ki mevcut iktidarda önlerini açmaktan çok mutlu. Öyle ya onlarda olmasa zevahiri kim kurtacak?
Türkiye’de ve elbette dünyada da ‘beleş hammadde’ ile enerji üretimlerinin başında yakma tesislerinin geldiği biliniyor. Yakma tesisleri yakacakları her türden çöpü üstüne para alarak elde etmektedir. Örneğin organize sanayi bölgeleri atık çamurlarını bu yakma tesislerine gönderirlerken aynı zamanda yakılması için üste para öderler. Bu yakma tesisleri ‘yerli-milli’ çöpün yetmediği koşullarda her türen çöpü ithal ederler. İthal masrafıda yapmazlar. Çünkü çöpten kurtulmak isteyen ulus ötesi bir şirket seve seve yakma tesisinin kapısına kadar çöpünü getirir ve üstüne de para verir. Nükleer atıklar dahil tüm atıklar bu yakma tesisleri ve çimento fabrikalarında ‘bertaraf’ edilirken, çevresine ‘altın tabakta’ zehir salar, suları zehirler, tarım arazilerini ve bitkileri zehirler ve bu zehirin hepsi yemek yediğimiz porselen tabağın içinde vücudumuza girer. Tabi kanser vb. hastalıkları da beraberinde taşır.
İşte JES’ler de böyledir. İlk yatırım masrafı hariç hammadde bedavadır. Yeraltının 1 ila 4 bin metre kadar altına sondajla dalıp yer altındaki kimyasal akışkanı ‘jeotermal kaynak’ adı ile yeryüzüne çekerler. Bu akışkanın yeraltı veya nehirlerden alınan soğuk su ile karşılaştırılıp buhar elde edilir. Bir diğer yöntem ise akışkanı hava ile temas ettirilerek buhar elde edilir. Bu buharlardan elde edilen basınçla jeneratörlere dönüş sağlanıp bu güç enerjiye çevrilir. Her iki yöntemde de zehirli ağır metal taşıyan akışkanın buharlaşması sonucu atmosfere zehirli atıkları bırakılır. Isı enerjisi alınmış olan akışkan, prosese göre sondaj yoluyla yeraltına yollanır bu yol tıkanınca ise bu akışkan çevreye bırakılır. Yeraltına basınçla geri basılan akışkan bir yolunu bulur ve akiferlere yani yeraltı sularına karışır. Germencik’te yeraltı sularında ortaya çıkan ağır metallerin nedeni bu akışkandır. İncir ve zeytin ağaçlarının kurumasına yol açan şey ise hem akışkanın dere vb. yataklara salınması hem de buharlaşan akışkanın çevreye yayılması nedeniyle yaşanmıştır.
Bir doğalgaz veya termik santralde enerji elde etmek için şirketin doğalgaz ya da kömür alması gerekir ve bu ciddi bir maliyettir. Ancak JES’lerin sondajla dışarı çıkardıkları akışkanın önünde bir sayaç yoktur. Yani yeraltından bu sıvıyı sınırsızca çekebilir ve bu nedenle de bir para ödemesi yapmaz. Bu durum ise JES şirketlerinin ağızını sulandıran önemli bir noktadır. Atık yakma tesisleri yakıtları için üste para alırlarken JES’lerin ise yakıtları sonsuz süre bedavadır. JES şirketlerinin bu üretim süreçleri tatlı karlar bırakan süreçtir, bir de enerji alım garantisi almaları halinde bu tatlı kaymaklı bir hale dönüşür. JES’lerin değişken işletme maliyetleri yoktur. Yani üretim miktarları arttığında hammadde ve işçilik gibi giderlerde bir değişiklik yaşanmaz. 1 de üretse aynı 1000 de üretse aynı maliyet. Nükleer gibi JES’ler de ‘temiz enerji safsataları’ içinde değerlendirilmektedir. Kısa zaman diliminde, Türkiye’de enerji üretim kapasitesinin yüzde 50’sinin bu santrallerce sağlanacağı ise iddia edilmektedir.