Suriye’de 2011’den bu yana devam eden iç savaşta sona yaklaştık mı? Kuzeyde Suriye Demokratik Güçleri’nin, güneyde Esat rejiminin ellerinde bulundurdukları toprak parçasına bakılırsa mesele, omurgasını PYD’ye bağlı güçlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Esat arasında gibi görünse de bölgenin asıl karar vericileri ABD ile Rusya’dır.
IŞİD, elinde bulundurduğu çok küçük bir toprak parçasını, bir yandan başat tarafların ağırdan almaları, diğer taraftan Türk hükümetinin Kürt politikasının sonucu olarak SDG’ye yaptığı baskıların etkisiyle koruyabilmektedir. Bununla birlikte tarafların istemesi halinde IŞİD, çok kısa bir sürede bölgeden çıkarılıp çözüme ulaşılabilir.
Üç gün önce Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “Demokratik bir seçimi kazanması halinde Esat’la da konuyu konuşup değerlendirebileceklerini” açıkladı. Tabii birçok analizci bu açıklamanın Erdoğan’ın bilgisi dışında olamayacağını belirtirken ertesi günü Sayın Erdoğan, kendi bakanını, çoğu zaman olduğu gibi açığa düşürerek Esat’ın bir milyon kişinin ölümüne, milyonlarcasının ülkeyi terketmesine neden olduğunu açıklayınca sayın Çavuşoğlu, sözlerini düzeltmek zorunda kaldı.
Türk hükümeti ve ve bu hükümetin tek söz sahibi olan Erdoğan, Bahçeli’yi de arkasına alarak “her an Fırat’ın doğsuna girebileceklerini” söylüyor, askeri hazırlıklar da buna paralel olarak hızlandırılıp sınıra birlikler sevk ediliyor.
Fırat’ın doğusunda Suriye sınırı boyunca on iki gözlem istasyonu açarak bölgeye olası saldırıların kendilerine yapılmış sayılacağını açıklayan Trump yönetimi, iki gün önce bu istasyonları SDG güçlerine terk ettiğini açıkladı. Erdoğan’la Trump arasındaki telefon görüşmesi sonunda, acaba bu durum ABD’nin, Türk hükümetinin bölgeye bir harekât düzenlemesine yaktığı bir yeşil ışık mı sorusunu akıllara getirmekle birlikte, yeni haberler daha başka olasılıkların varlığını ortaya koydu. Bu konuda ne gibi tavizler verilmiş olabileceği de ayrı soru.
Mesut Barzani’nin bölgeye ilişkin açıklamalarından sonra bölgenin SDG’den alınarak Irak Kürdistanı’nda eğitilen Suriye’li peşmerge güçlerine verileceği, ilk etapta dört yüz peşmergenin bölgeye sevkedileceği haberleri duyuldu.
Tabii ilk akla gelen, bugüne kadar Suriye’deki tek müttefiklerinin Kürtler olduğunu söyleyen ABD’nin tavrının, Rojava Devrimi’nden duyduğu bir rahatsızlığın sonucu mu yoksa Türk hükümetini, iyi ilişkileri olan Barzani ile teskin etme amacını mı taşıdığı önümüzdeki günlerde ortaya çıkacaktır.
Her ne kadar mevcut kıtalar arası silahlarla devletler binlerce kilometre uzaktaki düşman hedeflerini rahatlıkla vurabilmekteyse de hala en önemli silah, coğrafi konumdur. Türk hükümetleri de sürekli bu stratejik konumlarını öne çıkarmakta, zaman zaman önemli avantajlar elde etmektedir.
İşte tam da burada, dünyanın yeniden bir soğuk savaş dalgasıyla karşı karşıya kaldığı bu dönemde, coğrafya, Kürtlere bazı olanaklar sağlıyor. Dört ülke arasında paylaşılmış bulunan Kürt bölgeleri, çok önemli bir konum arzetmektedir. Karadeniz, Akdeniz, Hazar Denizi ve Basra Körfezi’ne hakim bir bölge olan bu topraklar, büyük güçlerin ilgisini daha da çekmektedir. Rusyanın yumuşak karnı, Avrupa ile Asya’nın geçiş noktası, Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarına hakim konumda olan bölge, günümüzün en stratejik bölgesi olma niteliğindedir. Bu nedenle büyük devletler ne Kürtleri, ne Türkleri küstürmek istemekteler ve sonuçta olan Türk ve Kürt halkalarına olmakta.
Merhum Turgut Özal iktidarı döneminde, çok önemli bir Kürt siyasetçisi olan rahmetli Şerafettin Elçi ile bir sohbetimizde Türkiye’nin, Azerilere, Orta Asya cumhuriyetlerine baktığı gibi Kürtlere de baksa, ülkelerindeki Kürt nüfusu nedeniyle, İran, Irak, Suriye ve Kafkasya’da çok önemli bir yaptırım gücüne sahip olabileceğini söylemiştim. Merhum Elçi, Turgut Özal’ın da bu hesabı yaptığını, ancak devletin önemli kesimlerini ikna edemediğini belirtmişti.
AKP/MHP iktidarı seçimi içte ve dışta Kürt düşmanlığına, ayrıştırmaya ve savaş politikalarına dayandırma yerine Ortadoğu’daki Kürtlerle işbirliği ve dayanışmaya dayandırsa, Kürtleri de bir Kıbrıs Türkü, Balkan Türkü gibi, bir Azeri, Türkmen, Özbek, Kırgız ya da Kazak gibi görse ne dökülen genç kanlarıyla, cenazelerle, ağıtlarla karşılaşırız, ne de her geçen gün ekonomik zorluklarla cebelleşiriz.