18 yıl önce Burdur Cezaevi’ne yapılan operasyonla kolu kopan Veli Saçılık bugünlerin temelinin o zaman atıldığını belirterek, “Bu temel üzerine çok katlı bir bina inşa eden AKP iktidarı ‘hücre tipi’ yaşamı cezaevinden çıkarıp, toplumda yaygınlaştırdı” dedi.
F Tipi cezaevlerine geçiş kararının alındığı 2000 yılında, koğuş sisteminden hücre tipi sisteme geçme planına karşı çıkan siyasi tutuklular, taleplerini 19 maddede toplayıp süresiz açlık grevine başlamıştı. 20 Ekim’de başlayan açlık grevi, iktidarda bulunan DSP-MHP-ANAP koalisyonunun bu taleplere yanıt vermemesi üzerine ise 45’inci gününde ölüm orucuna dönüştürülmüştü.
Bu eylem üzerine “Hayata Dönüş” adı altında 20 cezaevine dönük operasyon kararı alındı. 19-22 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen operasyonlarda 8 jandarma komando taburu, 37 bölük asker, binlerce çevik kuvvet ve ceza infaz memurları görev aldı. 20 bini aşkın gaz bombasının kullanıldığı bu operasyonlar sonucunda 28 tutuklu ve 2 asker olmak üzere toplam 30 kişi hayatını kaybetti. Hedefteki adreslerden biri olan Bayrampaşa Cezaevi’nde kalan Birsen Kars adlı kadın tutuklunun yaralı halde hastaneye götürülürken sarf ettiği “Hepimizi diri diri yaktılar” cümlesi, operasyona dair hafızalara kazınan sözler oldu.
Bu katliamın ardından devam eden ölüm oruçlarında ise 122 tutuklu daha yaşamını yitirdi. Yine 600’ün üzerinde tutuklu operasyonlar sırasında ve ölüm orucuna dönük müdahaleler sonucu bedenlerinde kalıcı hasarla yaşamak zorunda kaldı.
“Hayata Dönüş” operasyonuna o dönem tutuklu olduğu Burdur Cezaevi’nde tanık olan isimlerden biri Veli Saçılık. Kepçe ve dozerlerle cezaevi duvarlarının yıkılması sırasında sağ kolunu kaybeden Saçılık, 2016 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile sosyolog olarak görev yaptığı kurumdan ihraç edildi.
Saçılık, o günlerden bugüne cezaevlerinin durumunu ve operasyonun amaçlarını Mezopotamya Ajansı’ndan Berivan Altan’a değerlendirdi.
‘Kimliklerin yok edildiği alanlara dönüştürmek isteniyordu’
Cezaevlerinin 1980 öncesi ve sonrası olarak ele alınması gerektiğini belirten Saçılık, 1980 sonrasında Diyarbakır ve Ankara Mamak Cezaevleri başta olmak üzere bütün cezaevlerinin birer işkencehaneye dönüştürüldüğünü söyledi. 1995 yılında daha 18 yaşındayken Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne konulduğunda girişte ve hastaneye gidişlerde dayak yediklerini anlatan Saçılık, temel hedefin “Cezaevlerini insanların aldığı cezaları yattıkları yer olmaktan ziyade insanların kimliklerini, benliklerini yok ettiği alanlara dönüştürmekti” olarak değerlendirdi. Bu konuda 26 Eylül 1999 yılında Ulucanlar Cezaevi’nde yaşanan katliamı anımsatan Saçılık, “Orada insanların 110-120 kişi kaldığı yerde daha iyi bir koğuş, insanca yaşama talebine karşı devlet 10 devrimci tutsağı katlederek cevap verdi. Aslında Ulucanlar, F tipine gidişte bir kilometre taşının başlangıcıdır. F Tipi’ne yönelik inşaatlar o zaman başladı” ifadelerini kullandı.
‘Kolum köpeğin ağzında bulunuyor’
Saçılık, 19 Aralık’ta kaldığı Burdur E Tipi Kapalı Cezaevi’ne dönük yapılan operasyona dair tanıklıklarını ise şu sözlerle anlattı: “Burdur Cezaevi’nde hiçbir şey yokken bir gerginlik yarattılar. Sabah 08.00’de operasyona başladılar. Önceden hazırladıkları Bolu Komando Tugayı’nı getirmişlerdi. Üzerimize gaz bombası, ses bombası, kurşun her şey kullandılar ve son olarak dozerle içeriye girdiler. Dozerle birlikte benim kolum koptu, birçok arkadaşım ağır yaralandı. Saatlerce koğuşta yaralı bekledim. 8 saatin sonunda beni hastaneye verebildi arkadaşlar. Kolumu da götürüp çöpe atmışlar ve bir köpeğin ağzında bulunuyor. Vatandaşın biri ‘cinayet’ diye ihbarda bulunup, gazeteye yansıyınca benim kolum olduğu ortaya çıkıyor.”
‘Bugünün temeli o günden atıldı’
Bu operasyonlar öncesinde hükümetin IMF ile yaptığı stand-by anlaşmasını da hatırlatan Saçılık, “Devletin toplumsal korku ve teslimiyet alanı geliştirmesi gerekiyordu. Cezaevlerini de bu konuda baskı aracı olarak toplum üzerinde kullanabileceklerini düşünerek hareket ettiler. Dönemin Başbakanı Ecevit; ‘IMF politikalarını uygulamamız için cezaevlerine hakim olmalıyız’ diyerek niyetini açıklamıştı. Cezaevine hakim olmakla aslında toplumsal alanda tecrit olmuş, birbirinden ayrılmış bir toplum yaratmayı hedefliyordu” dedi.
‘19 Aralık devam ediyor’
Saçılık, Ecevit hükümeti yani MHP, DSP ve ANAP’tan oluşan hükümetin attığı bu temelin üzerine AKP’nin bugün çok katlı bir bina inşa ettiğini ifade etti.
Saçılık, şunları ekledi: “Amaç hücre tipi yaşamı cezaevinden çıkararak toplumda yaygınlaştırmaktır. Bugün AKP’li vekiller cezaevleriyle övünüyor. Cezaevleri inşa ediyorlar. Aslında toplumu bir toplama kampına koyma ve bu kamp üzerinden korku iklimi yaratma hedefleniyor. Güncel olarak dün ve bugün arasındaki fark ne dediğimiz de, bugün daha fazla geliştirilmiş faşizm yaşıyoruz hepsi o. Bugün değişen tek şey, Nazım Hikmet’in dediği gibi ‘ensemizdeki yumruğun sahibi’.”
Saçılık, yaygınlaşan gözaltı ve tutuklamalarla bir ‘esirler dünyası’ yaratmanın hedeflenmesi nedeniyle de 19 Aralık’ın aslında bugün hala devam ettiğini vurguladı. “Tecrit ve genel anlamda toplumu hücrelerine bölerek, kimsenin yan yana gelmemesinin istendiğini” söyleyen Saçılık, faşizm en koyusu uygulansa da hem içerde hem de dışarda buna karşı direnenlerin ve direnme potansiyeli taşıyanların olduğunu dile getirdi.
‘Korku değil cesaret bulaşıcıdır’
Dün Ecevit döneminde kolunun koparıldığını, şimdi AKP döneminde ise işinden edildiğini belirten Saçılık, “Bu şunu gösteriyor; devlette devamlılık esastır. Biri kolunu kopardıysa, öbürü de işini elinden alır. Ben de diyorum ki; Kolum koparıldığında nasıl ki diz çökmediysem, işim elimden alındığında da diz çökmedim. Doğru bildiğim bu hayatta onurlu yaşamanın verdiği bir tarzla yaşamaya devam edeceğim. Onlar bizim üzerimizden birer korku nesnesi yaratmak istiyor. Ben de ‘evet kolumuzu koparabilir ve işimizden atabilirler ama ben asla korku nesnesi olmam’ diyor ve cesaret örneği olduğumu topluma göstermek istiyorum. Korkudan daha ziyade cesaret bulaşıcıdır. Bu cesareti topluma bulaştırdığımızda bu zulüm çarkını üretenlerin çarkına çomak sokacağımızı biliyorum” dedi.