Sanayi kapitalizminin 250 yıldan az bir geçmişi var. Lâkin, bu kadarcık zamanda tarihsel sınırına dayanmış bulunuyor. Bir ‘sürdürülemezmek’ durumu ortaya çıktı… Artık çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde… Bu, uygarlıklar tarihinde bir ilkti… Kapitalist üretim tarzı termik enerjiye (kömür, petrol, doğal gaz) dayalı bir işleyişe sahip. Bu yüzden ona ‘termo-endüstriyel kapitalizm’ veya ‘fosil kapitalizm’ de deniyor… Kapitalizm krizlerle yol alıyor ama krizler sistemin işleyişinde mündemiçtir (içkin), dolayısıyla arizî bir şey değildir… Yağmur bulutta ne kadar içerilmişse, krizler de kapitalizme aynı şekilde içkindir… Ve iki türlü kriz var: devrevi (konjonkünel) krizer ki bunlar ekseri 7-11 veya 8-12 yıllık aralıklarla tekrarlanıyor. Yükselme-genişleme dönemini kriz izliyor. Bir de ‘sistemik kriz’ veya ‘yapısal krizler’ var ki, 50-60 yıllık uzun dalgalar şeklinde tezahür ediyor. Bunun yaklaşık ilk 25-30 yıllık döneminde kapitalist dünya sistemi bir yükseliş-genişleme seyri izliyor; dalganın ikinci yarısına da daralma, durgunluk, küçülme, krizler damgasını vuruyor.
Kapitalizm ilk yapısal krizi 1873 kriziydi. Kriz, kolonyalizmle (sömürgecilik) aşıldı. Süreç, kriz, kolonyalizm, genişleme (expansion) şeklinde tezahür etti. Yaklaşık 25 yıllık genişlemenin ardından sistem yeniden ‘yapısal krize’ girdi… Lakin, artık kolonize edilecek bir yer kalmamıştı… Bizde “Harb-i Umumi”, Batılıların Grande Guerre (Büyük Savaş) dedikleri emperyalistler arası savaş başladığında, yeryüzünün %84,4’ü birkaç kolonyalist-emperyalist ülkenin kolonisi (sömürgesi) veya yarı-sömürgesi statüsüne indirgenmiş durumdaydı… Bunun anlamı kapitalizmin yayılmanın-genişlemenin sınırına dayanmasıdır… Ve bu sefer süreç, kriz-savaş-yeniden yapılanma şeklinde tezahür etti… Esasen 1914-1945 aralığı, krizlerin, savaşların, devrimlerin 30 yılıydı… İşte, 1914-1918 Birinci Emperyalistler Arası Savaş, 1917 Rusya’da Sovyet Devrimi, 1918 ‘başarısız’ Alman devrimi, 1929 kapitalizmin en büyük ekonomik krizi ve 1939-1945 İkinci Emperyalistler Arası Savaş…
İkinci Emperyalistler Arası Savaş’ın ardından kapitalizm yeniden ama bana göre son defa yaklaşık 3 on yıl sürecek bir yükselme (expansion) dönemine girdi… Bu döneme Fransız iktisatçıları “Şanlı Otuzlar” demişlerdi… Bu belki de kapitalizmin en rahat otuz yılıydı… Emperyalist savaşın neden olduğu devasa yıkımın üzerinde böylesi bir genişleme mümkün olmuştu. Verimlilik, üretim ve kâr oranları arttı… Bir başka yenilik de faşizmin yenilgisi temeli üzerinde işçi sınıfının morali yükselmiş, pazarlık gücü artmıştı. Başka türlü söylersek, işçi sınıfı ve bir bütün olarak ezilen ve sömürülen sınıflar lehine bir güçler dengesi oluşmuştu… Nitekim, reel ücretler arttı, kamu hizmetleri ve sosyal hizmetler alanı genişledi… O dönemde geçerli modele, refah devleti, sosyal devlet dendi. Fransızlar da ‘kayırıcı devlet’ diyecekti… Fakat, bu vesileyle bir hatırlatma gerekiyor: Emperyalist-kapitalist Batı’daki refah, o zamanlar ‘Üçüncü Dünya’ denilen ülkelerin kaynaklarının aşırı sömürüsü sayesinde mümkün olmuştu… Bir fikir vermek için, mesela petrolü sudan ucuz kullanmışlardı… O petrol ki, kapitalist sistemin damarlarında dolaşan kandır…
Fakat, ‘balayı’ uzun sürmeyecekti ve sürmedi. Kapitalizm yaklaşık otuz yılın sonunda yeniden krize girdi ki, söz konusu olan devrevi (konjonktürel) kriz değil, ‘yapısal krizdi’… Küresel oligarşi 1970’li yılların sonunda (1970-1980) yeniden karşı-saldırıya geçti ve neoliberalizm denileni dayattı… Savaş sonrası dönemin kazanımları birer birer tasfiye edildi… Lâkin, dayatılan neoliberal politikalar, kâr oranlarını belirli ölçülerde restore etmeyi başarsa da, prodükditivite (verimlilik) artışı ve üretim artışı sağlamakta başarısız oldu. Neoliberal ekonomik ve sosyal politikaların dayatıldığı dönemde kâr oranları ücretlerin düşürülmesi, özelleştirmeler, kamu hizmetlerin ve sosyal hizmetlerin budanması… sayesinde restore edilebildi. İşsizlik, yoksulluk ve sefalet derinleşti…
Fakat, şimdilerde önceki yapısal kriz dönemlerinde olmayan bir şey daha denkleme eklenmiş bulunuyor: Ekolojik kriz… Kapitalizm her seferinde daha ileri, daha gelişmiş üretim tekniklerini üretim sürecine sokarak yol alabiliyor. Her bir kapitalist veya kapitalist işletme ‘toplam artı-değerden’ daha çok pay kapabilmek için, en ileri teknikleri kullanmaya zorlanıyor ve bu işi ilk başaranlar rakipleri aleyhine önemli bir ‘ranta el koyuyorlar’, toplam artı-değerden daha büyük pay kapmayı başarıyorlar. Lâkin ekseri gözden kaçan, pek sorun edilmeyen bir şey var: Her seferinde daha ileri tekniklerin üretim sürecine sokulması, her seferinde daha az canlı emek (işçi) kullanmak demektir. Oysa, değeri üreten makina değil, canlı emek, yani işçidir, ücretli köledir… Zira makina bir ‘yeni değer’, ‘fazla değer’, ‘artı-değer’ yaratmaz… Sadece önceden yaratılmış, makinada mündemiç değeri yeni ürüne, ürünlere aktarır… Bunun anlamı sistemin her ileri aşamada daha az ‘değer’ üretmesidir… Gelir dağılımının sermaye sınıfı lehine daha da bozulması, üretilenin satılamaz duruma gelmesidir… Sonuçta da kâr oranlarının eğilimsel olarak düşmesidir… İşte son yapısal krizden sonra geçen yaklaşık yarım yüzyılda kapitalizimin bir krizden diğerine savrulmasının nedeni bu… Bir fikir vermek için: verimlilik artış oranı 2007-2008 krizini izleyen ilk beş yılda, global planda sadece binde beşti (%0,5) ki, bu 1996-2006 aralığındaki oranın yarısıdır. Ve 2012-2014 aralığında verimlilik artışı sıfırdı (% 0). Bazı ülkelere de, işte Meksika ve Brezilya’da negatifti…
Bu durum, artık bir dönemin sonuna gelindiğinin işareti… Başka türlü söylersek, kapitalizm kendi ‘iç sınırına’ dayanmış bulunuyor… Ve ikincisi, ekolojik sorun nedeniyle ‘dış sınırına’ da dayanmış bulunuyor… Doğal çevre tahribatı derinleşiyor, doğal kaynaklar kıtlaşıyor, çevre kirleniyor, ekolojik krize iklim krizi eşlik ediyor ve insanlığın ve uygarlığın geleceği riske giriyor, doğal kaynaklara ulaşmak zorlaşıyor/pahalanıyor… Sistem insanların temel ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geliyor. O kadar ki, tüm gösterge ışıkları kırmızıda demek bir abartı değil… Aslında mevcut durumu ifade etmekte ‘kriz’ kavramı yetersiz… Artık ‘krizden’ değil, çöküşten söz etmek gerekiyor… Zira kriz, ‘normal durumdan bir sapma’ demeye gelse de ‘normale dönüşü’ de imâ eder… Oysa, şimdilerde normale dönüş artık mümkün değil… Geri dönüşü olmayan eşik aşılmış bulunuyor. Bu da artık geride kalmış düşünce tarzıyla, yöntem ve araçlarla sorunların çözülebilir olmaktan çıktığı anlamına geliyor… Zira, artık hiçbir şey eskisi gibi değil… İnsanlığın kendi kaderini kendi ellerine alması gereken kritik bir eşikteyiz… Gerçi çöküşün tüm koşulları oluştu ama durumun bilincine varanların sayısı da artıyor… O halde zamanın daraldığını akıldan çıkarmamak ve vakitlice gereğini yapmak gerekiyor… (1) Önümüzde üç ihtimal/üç seçenek var: 1. gerçek bir emansipasyon veya aynı anlama gelmek üzere tam özgürlük, tam kölelik, tam yok oluş… Bir dördüncüsü yok!
(1) Daha fazlası için bakınız: Fikret Başkaya, ÇÖKÜŞ- Kapitalizmin Nihai Krizi Üzerine Bir Deneme, Yordam Kitap, 2018.