Hakim medya, sadece hedef gösterme, çarpıtma ve karalama makinesi olarak çalışmıyor… Ekonomi dahil, her şeyin güllük gülistanlık olduğunu, hak ve özgürlüklerde “aslında” hiçbir gerileme olmadığını, hatta Türkiye’nin en parlak dönemini yaşadığını sık sık tekrarlamak gibi bir görevleri de var.
Son dönemde çok konuşulan “sanatçı röportajları” bunun en çarpıcı örneği. Ünlüler, ürettiklerini ve kültür sanat ortamını anlatmaktan çok, aslında ne kadar özgür olunduğunu, bireysel olarak hiçbir sorun yaşamadıklarını vurgulamakla görevliymiş gibi davranıyor.
Röportajlardan sınırötesi harekata destek, sandık sonucuna saygı ve sola eleştiri kısımları manşete çıkartılıyor.
Hülya Koçyiğit ve Orhan Gencebay gibi iktidarın yanında/eteğinde sıralananlar çok şaşırtıcı olmuyor da Haluk Levent ve Erdal Beşikçioğlu gibi isimler de propaganda korosuna-isteseler de istemeseler de-katılınca tepkiler büyük oluyor.
Bu defa “lince uğradım, sözlerim yanlış anlaşıldı” açıklamaları geliyor.
İktidarı da eleştirebilseler, kendilerinin dışında sanatçıların-özellikle genç sanatçıların!- neler yaşadığını dile getirebilseler keşke…
Ama zaten Sabah gazetesine röportaj verirken bunun mümkün olmayacağını gayet iyi biliyor olmalılar.
Pek çok sanatçıyı, sırf muhalif oldukları için lince varan yayınlar yapan bir mecraya röportaj vermeyi kabul ediyor ve siyasi içerikli sorulara cevap veriyorlarsa, neyin aracı yapıldıklarının da herhalde farkındalar. Aksini iddia etmek saflık olur.
Özgürlüğü cinsellikten ibaret sananlar
Bir başka grup “sanatçı röportajları”nda cinselliğe dair sorulan sorular ve verilen cevaplarla “özgürlük” meselesi hallediveriliyor!
Sanki özgürlük, cinsellikten ve özellikle de sanatçıların özel cinsel deneyimlerinden, görüşlerinden ibaretmiş gibi…
Sanatçı, muhalif olmak veya insan hakları savunuculuğu yapmak zorunda değil. Ancak ifadenin özgür olmadığı, sansürün ve sanata yönelik temelsiz engellemelerin giderek yaygınlaştığı, sanatçıların bu yüzden yargılanıp hapis cezasına dahi çarptırıldığı bir ortamda bu konuya dair tek cümle etmeyecekseniz, orada büyük bir bir sorun var demektir.
Sanatçılar siyasi eleştiriler yapıyorsa -ki böyle bir mecburiyetleri yok- doğal olarak beklenti, kendi alanlarını ilgilendiren uygulamalarla ilgili fikir beyan etmeleri. Mesele, tıpkı basın özgürlüğünde olduğu gibi, sanatsal özgürlüğü savunmak…
Yeri gelmişken hatırlatalım, sıradan veya bireysel değil, sistematik bir baskıdan söz ediyoruz. Sanatsal ifadenin özgürlüğü ve savunusu alanında uluslararası çalışmalar yapan bağımsız kuruluş FreeMuse, her yıl bu alandaki ihlalleri raporluyor. Her yıl, her demokratik alanda olduğu gibi sanatsal ifade ve sanatçının özgürlüğü konusunda da basamak basamak gerileyen Türkiye, 2018’de sanata engelleme ve sansürde dünya beşincisi oldu.
Depo’da etkileyici bir sergi
Sanatçıya, sanatsal ve yaratıcı ifadeye yönelik müdahaleler, BM düzeyinde kültürel, sosyal,ekonomik kayıplara yol açacak kadar ciddi bir konu olarak ele alınıyor.
Bazen sayfalarca yazarak, saatlerce, hatta yıllarca anlatarak -ama tam da bu yüzden “körlüğe” kurban giden- hak temelli meseleler, bir sanat eseri aracılığıyla müthiş bir etki yaratabiliyor:
Selahattin Demirtaş’ın kitabı “Seher”, Sarah Jessica Parker’ın elinde görüntüleniyor. Banksy, NewYork duvarlarına Zehra Doğan’ı resmediyor. Muhalif sayılan sanat ve sanatçının bu kadar ağır cezalandırılmasının temelinde de sanatın gücü yatıyor. Sanatçı, sadece siyasi otorite ve ana akım medyanın değil, sermayenin de ağır sansürüyle boğuşmak zorunda kalıyor.
İnsan Hakları Evrensel beyannamesinin 70. Yılını doldurması vesilesiyle, çeşitli süslü laflar edildi, göz boyama etkinlikleri düzenlendi. Ancak insan hakları temalı en etkileyici ve düşündürücü iş, benim için Depo’da açılan “Büyük Resim” başlıklı sergi oldu.
Af Örgütü’nün düzenlediği serginin kuratörlüğünü Zeynep Özatalay yaptı. Şu anda tutuklu olan Zehra Doğan ve Fatoş İrwen dahil, 26 sanatçının işlerini keşke “özgürlüklerden” dem vuran sanatçılar da zahmet edip görse!
Sergiden, Arzu Yayıntaş ve Neriman Polat’ın “İstikrarlı ölüm” başlıklı işiyle bu yazıyı noktalayalım: Sunta üzerine çakılan 3322 çiviyle yazılan “İSTİKRAR” yazısı gözünüze çarpıyor. Yaklaşıp altındaki yazıyı okuyalım:
“Bu panoya, Türkiye’de öldürülen 204 güvenlik görevlisi, 285 sivil, 414 kadın, 706 mülteci, 1703 işçi için 3322 çivi çakılmıştır.”
Büyük Resim sergisi, İstanbul Tophane-Depo’da 30 Aralık’a kadar gezilebilir. Pazartesi hariç!