Fransa’daki “Sarı Yelekliler” (gilets jaunes) isyanı, neo-liberal kapitalizmin görünmez kıldığı öfkeli kitlelerin bir anda reflektörlü yeleklere bürünerek görünür hale gelmesi şeklinde betimlenebilir, sembolik düzlemde. Trafikte kaza riskine karşı insanların görünürlüğünü arttıran fosforlu ikaz yeleklerinin, tarihin karanlığına gömülmüş kalabalıkların da birgün işine yarayacağı ve gündelik hayatın trafiği içinde onları pasparlak kılacağı kimin aklına gelirdi!
Bu kadar çok fosforlu şeyin, kış ortasında yağmur çamur demeden aynı anda trafiğe çıkması, kazayı önlemek bir yana daha büyük kazalara -hayırlı bir siyasi kazaya- yol açar mı hep birlikte göreceğiz. Her durumda, en büyük hasara uğrayan tarafın, Macron ve onun zenginsever politikaları olduğu/olacağı kesin. İktidar kamyonunu deviren böyle kazalara da genel olarak devrimci süreç diyoruz, kimin başlattığına ve rengine falan takılmadan.
Böylesine göze [de] hitap eden bir isyanın, Arnavutluk’ta sokağa dökülen onbinlerce öğrenciyi, İran’da Öğrenci Günü’ne denk gelen eylemleri vb. gölgede bırakma, daha az görünür kılma riskini de unutmadan şunu söyleyebiliriz: Direniş sadece özgürleştirmiyor, onu yapan sessiz çoğunluğun üstündeki görünmezlik halesini de yırtıp atıyor.
Başka bir deyişle, devrimci süreçleri kitlelerin görüntü kadrajına girmesi, kendi gücünün farkına varması ve bunu dışarıdan bakanlara da göstermesi olarak tarif edebiliriz gibi geliyor. Çünkü egemenlerin en büyük başarısı yoksulları ve kıt kanaat hayatta kalmaya çalışan milyonları, yani yüzde 99 olmasa bile ona yakın oranda bir nüfusu görünmez kılmasıdır; statükonun geçerli olduğu her dönemde böyle olmuştur. Günümüzde ise, imajlarla bu kadar haşır neşir yaşadığımız, görselliğe neredeyse tapındığımız, hepimiz birer kameraman ve sokak gazetecisi olma imkanına sahip olduğumuz halde bazı gerçeklerin hâlâ bu denli görünmez olmasını insanın aklı almıyor, ama acı gerçek bu. Paradoksal biçimde, her şeyin gözler önünde uluorta yaşandığı ama pek çok şeyin görünmezleştiği zamanlarda yaşıyoruz.
Elimizden düşürmediğimiz akıllı telefonu hangi ellerin ne koşullarda ürettiğini bilmeyiz, bilmek de istemeyiz. İndirimden aldığımız şık gömleği diken veya spor ayakkabısını yapan Bangladeş’teki köle-çocuk işçiler puslu bir görünmezlik zırhının arkasına gizlenmiştir. O işçiler ki, her tür güvenlik önleminden yoksun derme çatma fabrikalarda yanıp kül olurken bile görünmezler, en fazla rakama dönüşürler. (2012’de Dhaka’da teksil fabrikasında çıkan bir yangında 117 işçi, ertesi yıl aynı şehirde çürük bir binanın çökmesi sonucu çoğu teksil işçisi tamı tamına 1134 kişi, yine 2012’de Pakistan’ın Karaçi ve Lahore kentlerinde aynı gün çıkan iki yangında 289 işçi ölmüştü. İki yıldan az sürede iki ülkedeki işçilerin ‘kaderi’ böyle tecelli etti. Çünkü çoğu zaman iş kazaları da kârlı bir iş: İşçilerin hayatı güvenlik önlemlerinden daha ucuzdur.)
O kadar uzağa gitmesek de olur. Birkaç ay önce bu köşede çıkan “İşçinin görünmezliği” başlıklı yazıdan bir kaç cümleyi tekrar edeceğim izninizle: “Şimdi, işçilere reva görülen kölelik düzeninin en çıplak hali, 3. Havalimanı şantiyesindeki direnişle bir anda görünür oldu. Buna karşın iktidar ve patronlar, şimşek çakımıyla ortaya çıkan görüntünün aynı hızla kaybolması için elinden geleni yapıyor. Tüm gayretleri, işçilerin sorunlarını halletmek yerine, onları yeniden görünmez kılmaya, üstlerine kalın bir örtü çekmeye yönelmiş durumda. Çünkü işçinin durumu görünür olursa kanlarını emen asıl tahtakurularının kim olduğu da ucundan gözükecek.”
- Havalimanı işçilerinin şanssızlığı eyleme giderken sarı yeleklerini giymeyi akıl edememiş olmalarıydı belki de.
Klasik Yunan-Roma mitolojisinde sıkça karşımıza çıkan bir görünmezlik başlığı vardır. Karl Marx “Kapital”in 1. basımının önsözünde bir yerde, sözkonusu başlığı kullanıp devlerin peşine düşen -hani şu Medusa’nın da başını kesen- Perseus adlı kahramana gönderme yapar. Orada Almanya’daki sosyal istatiklerin eksikliğinden yakınırken, ekonomik koşulları inceleyecek bir komisyonun kurulması halinde, kadın ve çocuk emeği sömürüsü, barınma, beslenme, halk sağlığı gibi alanlarda ülkenin ne durumda olduğunu görüp herkesin dehşete düşeceğini iddia eder ve şunu ekler: “Perseus, avladığı devler kendisini görmesin diye sihirli bir başlık giyerdi. Biz ise, devlerin varlığını görmemek için, sihirli başlığı gözlerimize ve kulaklarımıza kadar indiriyoruz.”
Evet, mesele bu sorunları yaşayanların görünmezliği değil belki de, bizim onları görmemekteki ısrarımız. Aha işte reflektörlü yeleklerle geldiler, görmemek için kör olmak lâzım.