“Büyük Operasyon”… “Karacak İlk Kez Vuruldu”… “Sincar İlk Kez Vuruldu!”
Seçim kampanyası HDP’lilere yönelik toplu tutuklamalar, açlık grevindekileri topluca gözaltına almalar falanla başladı.
Sincar Dağı’nın bu yıl Nobel Barış Ödülü almış olması, umurlarında değil. Dünyanın tepkisi falan vızıltı. Nadya Murat’ın Oslo’daki konuşmasında büyük devletleri eleştirmesi bir kez daha haklı çıktı.
Ne kadar kaliteli bir Arapçaydı Nadya’nınki. Tillo Arapçasını bin katlar!
Türkiye’de artık seçim kampanyaları militer olarak yürütülüyor, sahne zaten Diyarbakır’da Demirtaş’ın konuşma yapacağı seçim mitingine yönelik kitlesel kıyım amaçlayan terör eylemi ile başlamıştı. Sonra ardından Suruç, Ankara kıyımı gelecekti.
Ne pahasına olursa olsun seçim almak mantığı, bu gidişle bizi bakalım nerelere, ne savaşlara sürükleyecek?
Sincar’ın bombalanması beni alıp, 1995 yılı başlarına, kirli savaş yıllarına götürdü. İHD artık açılamıyordu, Amerikalı bir senatörün ziyaretinden sonra İHD Başkanı Mahmut Şakar bütün yönetimle birlikte gözaltına alınmıştı, arkasından derneği her açan üyeler tutuklanmaya başlandı.
Bütün meslek örgütlerinin, derneklerin yöneticileri için tutuklama kararları çıkmıştı. Hiçkimse kimseyi, hiçbir kurum bir diğerini ziyaret etmeye cesaret edemez hale gelmişti.
Sur’un dar sokaklarında ise Hizbullah’ın infazcıları faaliyetteydi. Diyarbakır korku kenti olmuştu.
1995 Mart’ında konferans için geldiğim Stockholm’den Cenevre’ye uçtum. İHD artık Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu’nun üyesi olmuştu ve yıllık BM İnsan Hakları Konferansı’nda, Federasyon’un delegasyonu içinde yer almıştık. Federasyon BM’de gözlemci statüye sahipti.
Federasyon adına konuşmayı Akın Birdal yaptı. Ama bu konuşmadan önce neden insan hakları için çeşitli ülke temsilcileri ile kulis faaliyeti yürütürken, bir devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin BM nezdindeki elçisi ile konuşmuyoruz dedim ve randevu talebinde bulunduk.
O zaman BM nezdinde Türkiye’nin temsilcisi Gündüz Aktan’dı. Herhalde diplomasi tarihimizin en ilginç ziyaretini yaptık Akın ve Nazmi ile birlikte.
“Yapılan yanlışların en fazla bedelini siz diplomatlar ödüyorsunuz” dedik. “Ankara’yı yarmalısınız”. Gündüz Bey, “orada savaş var, siz insan haklarından söz ediyorsunuz” dedi. Cevabımız, “o zaman savaşta geçerli insani hukuku uygulayın” dedik. Bizimkilerin anlayışı: “ne savaşta geçerli insani hukuk ne insan hakları!”
Sonra, Akın Bey konuşmasını okudu, dönemin korkunç dökümünü verdi; Gündüz Bey de hepsini inkar etti.
20 küsür yıl öncesine döndük: ne savaşta geçerli insani hukuk ne insan hakları!
1993 Viyana BM İnsan Hakları Konferansı’nda, bizim diplomatlar “terör”ün de insan hakları ihlali olduğunun kabulü için kulis yapıyordu. Özal döneminde İHD, hükümet ve devlet başkanı tarafından kale alınan bir kurumdu. Bu nedenle Bölükbaşı (jr.) bizi davet edip, bilgilendirme toplantısı da yaptı. (Nedense diplomatlarımız arasından epey MHP adayı çıkıyor). “Peki, ya devlet terörü” sorusunu hemen geçiştirecekti. Bosna’nın tutuşduğu yıllar. Toplantı sırasında bir barış treni ile Bosnalı çocukları Zagrep’ten alıp Viyana’ya getirecektik. Viyana’da toplantının yapıldığı devasa binanın yakınında Kürtler çadırda açlık grevi yapıyordu. Çeşitli kıtalardan “survivors” (sağ kalanlar) konferans kapısının önünde yatıp bir süre içeri girişi durdurarak, “sesimizi duyun!” diye haykırıyordu. Artık kendisi de bir NGO başkanı olan Carter, paralel konferansta (bir tarafta devlet temsilcilerinin, öteki tarafta NGO’ların konferansı vardı), Mayıs Alanı annelerinin protestolarından dolayı konuşmasına 15 dakika sonra başlıyor ve “haklısınız” diyordu.
20 küsür yıl sonra, yine İHD yöneticileri tutuklanıyor, İnsan Hakları Vakfı’nın raporları suç delili sayılıyor, Vakıf Başkanı Şebnem Korur’a karşı. Oysa sözde insan hakları savunucuları BM’nin koruması altında.
1995 yılında Türkiye’de ise Cumartesi Anneleri engelleniyordu. Arjantin’de geçen hafta kirli savaş sorumlularından bazıları mahkum oluyordu. Bizde ise yeniden Cumartesi Anneleri’ne, Barış Anneleri’ne saldırılıyor.
- Dünya Savaşı sırasında Osmanlı ordusunun da birkaç pır pır uçağı vardı. Sincar’ın ilk bombalanması o zamandır. Mardin’deki Şahkulu Konağı aslında Çerme ailesinindi. Tehcir sırasında çocuklardan oluşan bir kafilenin Sincar Dağı’ndaki Ezidilere teslimini askeriye kabul etmişti. Çerme Hanım da, araştırmacı torunu Tomas Çerme’nin babasını bu kafileye katmayı başarmıştı. Daha sonra askeriye fikir değiştirip çocukları geri almak isteyince, Ezidiler direnip vermeyeceklerdi. İşte o zaman Ezidileri korkutmak için bombalayacaktı askeriye, Alman hediyesi pırpırlarla. Çerme Hanım’ın oğlu o sayede sağ kalacaktı. Ama o da gözyaşları içinde 50’li yıllarda terk edecekti Mardin’i ma’aile.
Ve 100 küsür yıl sonra bu kez soykırım yollarına, 1915-16 yılını andıran çöl görüntüleri ile Sincar Dağı Ezidileri düşüyordu.*
Ve ardından ekrana, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin MAHMUT KONUK DERHAL SERBEST BIRAKILSIN! çağrısı düşüyor.
“Kamu emekçisi, insan hakları ve azınlık hakları savunucusu Mahmut Konuk, KHK’yle açlığa mahkum edilen yüz binlerce kamu emekçisi gibi, 2 yıl önce gerekçesiz olarak işinden atılmıştı. Mahmut Konuk bildiğiniz gibi, iki yıldır geri dönebilmek için yağmur, kar ve çamur demeden uzaklaştırıldığı işyerinin önünde ve bulabildiği platformlarda mücadele veriyordu. Bu mücadele sırasında sayısız kez gözaltına alınmış ve Kabahatler Kanunu çerçevesinde ödeyemeyeceği para cezalarına çarptırılmıştı… Özgürlük ve demokrasi mücadelesi veren Mahmut Konuk’un gözaltına alınarak bir kez daha cezalandırılmasına ve bu haksızlığın katmerleştirilmesine artık bir son verilmeli ve kendisi derhal serbest bırakılmalıdır.”
*Bk: Mazlum Özdemir, Fermanlara Direnen Halk Ezidiler, 2015 Belge Uluslararası Yayıncılık. Metin Göktepe Ödülü sahibi gazeteci Özdemir, 2011 yılında Özgür Gündem 45’leri ile birlikte tutuklanıp 31 ay tutuklu kalacaktı. Şimdi başı dertte mi bilmiyorum.