Üçüncü Dünya Savaşı kendinden önceki iki dünya savaşından farklı olarak vekalet savaşları şeklinde başladı. Dünya ve bölge devletleri, Üçüncü Dünya Savaşının birinci aşamasını da oluşturan vekalet savaşlarıyla, yeni hakimiyet alanları yaratmayı umuyorlardı. Bu savaşla bölge dengelerinde kısmi değişiklikler de sağladılar. Ancak Türk devletinin Cerablus ve Bab işgali savaşın vesayet savaşlarıyla sınırlı kalmayacağını gösterdi. Ardından gelen Afrin işgali de bunu perçinledi. Türk devletinin bu işgal hareketleri Suriye özgülünde Ortadoğu’da yoğunlaşan Üçüncü Dünya Savaşı’nı da ikinci aşamaya, devletlerin resmi silahlı güçlerinin karıştığı savaş aşamasına evirdi. Suudi Arabistan’ın Yemen müdahalesi de bu aşamanın en önemli bileşenlerindendi.
Gelinen son evreyse üçüncü aşama. Şu an savaş bölgesel bir halden çıkıp, gerçek anlamda küresel bir hal alma belirtileri gösteriyor. Savaş vekil örgütlerin ya da bölge devletlerinin savaşından çıkıp, küresel güçler ABD ve Rusya’nın çatışmasına doğru evriliyor. Bundan dolayı da Suriye savaşına odaklanabilmek için her şeyden önce ABD-Rusya gerginliğini ve çekişmesini görmek gerekiyor.
Sovyetler Birliği’nin yerine kurulan Rusya, V. Putin liderliğinde son yıllarda yeniden küresel ölçekte bir güç haline gelme arayışında. Bunu yapabilmek için de 1990 sonrası dünya hegemonyasının büyük bir kesimini eline alan ABD’nin kontrolü altındaki alanlardan kendisine yer açması gerekiyor. Bunun için de her şeyden önce ABD’nin hegemonya alanlarında çatlaklar yaratarak, zayıflatmayı amaçlıyor. Bu amaçla da her şeyden önce ABD’nin askeri etkisini kırmak için, öncülüğünü ABD’nin yaptığı NATO’yu hedefliyor.
Bu amaçla da Türk devleti ile birçok şeyde taviz verme pahasına ilişki kuruyor. Zaten Suriye’de Rus uçağının düşürülmesi sonrası Türk devletiyle ilişkilerin normalleştirilmesi süreci de bundan sonra gelişti. Rusya bu stratejiden kaynaklı olarak Büyükelçisi Andrey Karlov’un öldürülmesine, Türk devletinin Afrin’i işgaline ve Türkiye’nin Soçi Anlaşması’ndan doğan İdlib’deki yükümlülüklerini yerine getirmemesine göz yumdu. Rusya aynı amaçla ‘ABD Kuzey-Doğu Suriye’de devlet kurmak istiyor’, ‘Suriye’yi parçalamak istiyor’ gibi söylemlerle, Türk devletinin Kürt fobisini de kaşıyor, kışkırtıyor. Bu söylemle Türkiye’yi ABD’nin üzerine salmakta ve ABD’den uzaklaştırmaktadır. Tabi en önemli kartı S-400 füzeleriyle de Türk devleti ile ABD ve NATO arasındaki uçurumu derinleştirmeye çalışmaktadır.
Rusya’nın NATO’yu parçalama hamleleri sadece Türk devletiyle de sınırlı değil. Suriye’de rol oynayamayan Astana üçlüsü yerine Almanya, Fransa, Türkiye ve Rusya arasında yapılmaya çalışılan dörtlü zirvenin de temel amacı aynı. Almanya ve Fransa’nın bir Avrupa ordusu kurulması söylemini bu dönemde dillendirmelerinin arkasında da Rusya’yı aramak yanlış olmayacaktır. Çünkü Avrupa ordusunun kurulması demek, NATO’ya gerek kalmaması demektir.
ABD-Rusya çekişmesinde Rusya’nın ikinci hedefiyse; geçmişten beri elinde bulunan kaleleri ABD’ye kaptırmamaktır. Bunların başında da Suriye ve Ukrayna geliyor. ABD Suriye ve Ukrayna’da hamle yaptı ve her iki bölgede de etki alanı sağladı. Rusya bundan duyduğu rahatsızlıktan kaynaklı Suriye krizinin çözümü görüşmelerinde, Astana ve Dörtlü Zirve’de olduğu gibi, ABD’yi görüşme masasının dışına itmeye çalışıyor. Siyasal alanda ise ABD’nin Suriye’deki varlığının meşruluk gerekçelerini tartışmaya açtırıyor. Bunu da en çok ABD’nin Kürtlere desteğini gerekçe yaptırarak, Türk devleti eliyle yapıyor. Tabi bölgenin kendisinde de yerel unsurlardan yararlanıyor. Özellikle Suriye rejimi, İran ve Türkiye’nin yereldeki etkisini kullanarak bölgedeki aşiretleri Kuzey-Doğu Suriye yönetimi ve ABD aleyhine ayaklandırmaya çalışıyor. Rakka ve Gire Spi başta olmak üzere birçok yerde Kuzey-Doğu Suriye yönetimiyle çalışan aşiret reislerine yönelik yapılan saldırılar ve tehditlerin ardında bu tür örgütlenmelerin olduğu kuşku götürmüyor.
Rusya’nın bu hamlelerine karşı ABD gürültüsü az bir siyaset izliyor. Suriye rejimi, İran ve Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’de yereldeki etkilerini kırmak için Sünni mezhep faktörünü kullanarak, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri eliyle cevap vermeye çalışıyor. Türk devletinin NATO’dan uzaklaşma belirtileri gösteren tutumlarını da dengelemeye çalışıyor. Rusya’nın Türkiye hamlesine de Rusya’nın burnunun dibindeki Ukrayna’yla cevap veriyor. Benzer şekilde Rusya da ABD’nin burnunun dibindeki Venezuela’da askeri tatbikata katılarak ABD’ye cevap verme arayışında.
Fakat ABD hala en önemli müttefiki olarak gördüğü Türk devletine karşı net bir tutum belirlemiş değil. Çünkü Türkiye’nin dayatmalarına göre hareket ettiği zaman ya Rojava Kürtlerini desteklemekten vazgeçip Kuzey Suriye’deki varlığının meşruiyetini kaybedecek, ya da Kürtleri tercih edip tarihi müttefikinden vazgeçecek. ABD her ikisini de şu an yapmak istemiyor. Bundan dolayı da hala bir uzlaşma yolu arıyor.