Fransa’daki Sarı Yelekliler eylemlerinin nereye varacağını öngörmek şu aşamada mümkün değil. Hala sokakta olan, bileşimi yeni katılımlarla zenginleşen, bir dizi taleple ortaya çıkmış olsa da net bir programa ve temsiliyete sahip olmayan bir kitlesel isyanı sınırları belli bir toplumsal-politik hareket ya da parti gibi ele alıp analize tabi tutmak da doğru değil.
O nedenle Sarı Yelekli isyan ile Gezi Direnişi arasında eylemlere katılanların sınıfsal bileşimi, öne çıkardıkları talepler, seçimlerde gösterdikleri politik eğilimler, eğitim seviyeleri vb. ölçütler üzerinden yapılan kıyaslamaların ve “aslında birbirine benzemiyor” şeklindeki yorumların sağlıksız ve işe yaramaz olduğunu söyleyebiliriz. Hele de kimin neyi nasıl ölçtüğünün belli olmadığı, sınıfsal ve siyasal konumları tarif etmek için kullanılan kavramların da çok farklı karşılıklara sahip olabildiği bir düzlemde… Öte yandan iki kitlesel isyanın itiraz noktaları benzerdir. Burjuvazinin kendi suretinden yarattığı dünyaya, bu dünyanın eşitsizliklerine ve dışlayıcı siyasal sistemine bir itiraz vardır. Türkiye’de patlama noktası ortak bir kamusal alan olan Gezi Parkı’nın sermaye yağmasına açılması ve Tayyip Erdoğan’ın itiraz edenleri yok sayan, aşağılayan yönetim tarzı iken Fransa’daki patlama noktası eşitsizlikleri daha da artıracak biçimde yakıt vergilerine getirilen zamlar ve Emmanuel Macron’un itiraz edenleri yok sayan, aşağılayan yönetim tarzı olmuştur. Ortak itiraz noktası eşitsizlik, neoliberalizm ve anti-demokratik yönetimdir. Bu yönüyle isyan, katılımcılarının seçmen davranışı, eğitim durumu ve aidiyetlerinden bağımsız olarak sol bir potansiyel barındırmaktadır.
Yine bir başka benzer itiraz noktasının, isyana adını da veren Sarı Yeleklerde kendini gösterdiğini söyleyebiliriz. Sarı Yelek, vergi zamlarından şikâyet eden sürücülerin “gör beni” uyarısı olmanın ötesinde bir simgedir artık. İsyan eden kitleler seçmen davranışları ne olursa olsun, bu eylemlerinde hangi partilerce ya da örgütlerce desteklenirlerse desteklensinler, sokağa onların politik simgeleriyle yani muhalefetin eski elbiseleriyle çıkmaktan imtina etmiştir. 2007 finans krizinin ardından neoliberalizmin toplumun geneline refah yayma iddiasının çöküşüne paralel olarak merkez siyaset ağır bir kriz ve çözülme sürecine girdiği gibi sol ve emek örgütleri de kriz sonrasına yanıt üretmekte başarısız oldu. Merkez siyasetin eski elbiseleri giderek daralırken, muhalefetin eski elbiseleri de otoriter/faşist iktidarların yükselişi ve eski muhalefet biçimlerini etkisizleştirecek baskı politikalarının devreye sokulması ile içindekini hareketsiz ve biçare kılan deli gömleklerine dönüştü. Sarı Yelek neoliberalizmin siyasal temsilcilerine karşı çıkışın simgesi olduğu gibi, bu karşı çıkıştan muhalefetin ekonomik-demokratik ya da siyasal örgütlerinin temsil ettiği eski elbiseler de muaf kalmamaktadır. Sarı Yelek giyen isyancılar, deli gömleğine dönüşen eski elbiselerin değişmesi gerektiğine dair de bir işarettir. Gezi’nin ortaya koyduğu ve Gezi sonrasında iktidarın başlattığı saldırı süreci ile yeni bir boyut kazanan ancak Türkiye solunca hala karşılanmamış yenilenme ihtiyacı gibi… Sarı Yeleklere bakınca kapitalist sistemin halkların dinmek bilmeyen itirazı ile karşı karşıya olduğunu, yer yer sağın etkisi altındaki kitlelerin de solun potansiyel etki alanını genişletecek, sola müdahale fırsatı sunacak şekilde itiraz edebildiğini görerek umutlanıyoruz. Gezi’de sokağa çıkan milyonların buharlaşmadığını, akacak mecra buldukça yeniden seferber olan kitleler nedeniyle AKP iktidarının Gezi korkusunun bir türlü geçmediğini ve Sarı Yelekliler eylemlerinin de bu korkuyu yeniden dirilttiğini görüyoruz. Öte yandan AKP hala Gezi korkusunu atamamış olsa bile, korktuğu şeye karşı siyaset oyununun kurallarını değiştirmiş bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz da bilinmelidir.
Temmuz 2015’te IŞİD katliamları ve Kürtlerle çatışmasızlığın sona erdirilmesi süreci ile başlayıp 24 Haziran 2018 seçimleri ile tamamlanan rejim değişikliği sürecinde, Erdoğan hem Gezi’nin oluşturduğu yeni toplumsal siyasal düzlemde karşısında oluşan yüzde 60’lık muhalefet toplamını Kürt sorunu üzerinden bölüp parçalamış hem de muhalefetin eski elbiselerini deli gömleğine çevirmiştir. Gezi’nin “yeni elbise” çağrısına yanıt veremeyişimiz ve yola “eski elbiselerle” devam edişimiz Erdoğan’ın işini kolaylaştırmıştır. 24 Haziran 2018 sonrasında ise mesele artık moral bozukluğunu üstümüzden atıp Gezi’de yapamadığımızı şimdi yapmak meselesi olmanın ötesine geçmiştir. Mesele moral bozukluğu değil faşizmdir. Muhalefetin yeni elbiseleri faşizme karşı mücadelenin elbiseleri olmalıdır. Sarı Yeleklilerin önünde de benzer bir sınav durmaktadır. Macron’un sallandığı bir anda, ordu ve polisin sokağı zapturapt almasına ve Sarı Yelekliler içindeki göçmen karşıtı eğilimlerin kışkırtılarak hareketin manipüle edilmesine olanak veren bir IŞİD saldırısı gerçekleşti. Gezi sonrası Türkiye muhalefeti yumuşak karnı olan Kürt sorunundan vuruldu ve Erdoğan bu şekilde menzile vardı. Sarı Yelekliler hareketi iktidarın göçmen karşıtlığı üzerinden yürüteceği manipülasyonları bertaraf edemezse, Fransa’da da faşizm krizdeki kapitalist sistemin bir seçeneği olarak yakınlardadır.