Alman sermayesinin baş temsilcisi olan Hıristiyan Demokratik Birlik partisi CDU’da geçen hafta gerçekleşen görev değişimi, sadece Almanya’daki devlet ve hükümet politikalarını etkilemekle kalmayacak, aynı zamanda emperyalist-kapitalist dünya düzeni içerisindeki çelişkilerin derinliğini de belirleyecek. Çünkü FAZ gazetesinin “profesyonel devlet partisi” olarak nitelendirdiği CDU’da gerçekleşen yönetim değişikliği, sıradan bir parti içi ihtilaf çözümü değildir. Asıl önemli olan yanı, Alman sermaye fraksiyonlarından hangisinin ağırlık kazandığını göstermesidir.
Angela Merkel’in halefliğine aday olanların profillerine baktığımızda, iki farklı yönelimin birbirleriyle yarışa girdiklerini görebiliriz: Bir tarafta Alman emperyalizminin AB çatısı altında Fransa ile birlikte ve ABD emperyalizmine rakip bir “Global Player” olmasını arzulayan “Avrupacılar”, diğer tarafta ise ABD ile olan stratejik ortaklığı derinleştirmek isteyen “Transatlantikçiler.”
Alman burjuva basınında kısaca “AKK” olarak anılan Annegret Kramp-Karrenbauer’in küçük bir farkla CDU başkanlığına seçilmesi, esas itibariyle “Avrupacı” sermaye fraksiyonlarının zaferi olarak okunabilir. Ancak, dünyanın en büyük sermaye gruplarından “Blackrock Fonunun” Almanya yöneticisi ve 1952’de ABD ve Almanya arasında iktisadî, malî ve askerî ilişkileri geliştirmek amacıyla kurulan “Atlantik-Brücke” (Atlantik-Köprüsü) adlı derneğin başkanı olan Friedrich Merz’in aldığı yenilgi ise “Transatlantikçilerin” geriye püskürtülmesi anlamına da gelmiyor. Dengeler şimdilik “Avrupacıların” lehine değişmiş oldu.
Peki, bundan sonra ne olacak? Öncelikle CDU/CSU ve SPD’den oluşan Büyük Koalisyonun günlerinin sayılı olduğundan hareket edebiliriz. Parti başkanlarının geleneksel olarak Şansölye de olmaları, Merkel hükümetinde de değişikliği gerekli kılacak. Ancak bu, SPD yönetiminin parti içindeki zayıflığı nedeniyle pek olanaklı görünmüyor. Aynı şekilde yeniden genel seçime gidilmeksizin Yeşiller ve FDP ile koalisyon kurulması da beklenmemeli, çünkü özellikle Yeşiller öne alınacak seçimlerde oy oranlarını artırabileceklerinden hareket ediyorlar.
O açıdan 2019 Mayıs’ında yapılacak olan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra, en geç 2019 yıl sonunda Federal Parlamento seçimlerinin yapılması büyük bir olasılık. Böylesine bir çözüm “Avrupacıların” CDU içerisindeki pozisyonunu da güçlendirecektir. Çünkü, Avrupa Parlamentosu ve Eyalet Parlamentosu seçimlerinde beklenen oy kaybının sorumluluğunu Merkel’in üstlenmesiyle, hem hükümette herhangi bir makamı olmayan Kramp-Karrenbauer’in karşısına başka bir CDU’lu Şansölye adayı çıkamayacak, hem de daha muhafazakâr söylem kullanması beklenen CDU’nun toplumsal rıza üretme şansı yükselecektir. Bununla birlikte, F. Cumhurbaşkanı Steinmeier onaylarsa, Kramp-Karrenbauer öncülüğündeki bir azınlık hükümetinin erkene alınacak seçimlere kadar kurulması da olasıdır.
Öyle ya da böyle; çoklu kriz ortamından kurtulamayan Avrupa kapitalizminin lokomotifi olan Alman emperyalizmi daha da saldırganlaşacak, AB’nin militaristleşme ve düzensizleştirme süreçlerini hızlandıracak ve neoliberalizmin restorasyonuna ivme katmaya çalışacaktır. Bunun sonucunda Avrupa’daki ırkçı-faşist partiler güçlenecek, toplumsal bölünme derinleşecek ve direnç mekanizmaları zayıflatılacaktır. Alman emperyalizmi Avrupa’daki burjuva demokrasilerini hızla “demokratörlüklere” dönüştürmek istemektedir. Reformist sol ve Avrupalı sendikaların sınıf uzlaşısı ise bu sürece köstek değil, destek olmaktadır. Hiç şüphe yok: başlayan karşıdevrimin karanlık çağıdır.