Hozat’ta 1994 yılında köylerinin zorla boşaltıldığını ve göç etmek zorunda kalan yurttaşların yaşamla savaşı devam ediyor. 1938’de direnen Dersim, o günden bu yana dağları gibi direngenliğiyle bilinen bir şehir. Eşsiz doğa güzelliklerinin yanı sıra Kürt Alevi kimliğiyle bölgede ayrı bir yere sahip olan Dersim, binlerce yıl öncesine kadar uzanan kadim bir inanış ve kültürü temsil ediyor. Yüksek dağları ve sarp coğrafyası ile kendine has bir yaşamın sahibi olan Dersim, ulus devletin tek dil, tek din ve tek kimlik dayatmasına karşı 38’den bu yana direniyor. Asimilasyon politikaları sürerken, 38’den sonraki en büyük baskı dönemini ise 90’larda yaşandı. 1994’te baskılardan en fazla nasibini alan Hozat’ın Zankirek (Karaçavuş) köyünden göç etmek zorunda bırakılan Dilif Güler ile yine o dönem her şeye rağmen Gövüçler (Kavuktepe) köyünü terk etmeyen Fecire Yıldız, maruz kaldıklarını baskıyı anlattı.
‘Çocuklarımız dilini unuttu’
Askeri operasyonların bahane edilerek köylerinin boşaltıldığını belirten Güler, “Çocuklarımızı ve canımızı kurtardık” dedi. Şehir yaşantısında kültürel asimilasyona uğradıklarını söyleyen Güler, “Çocuklarımız kendi dilini unuttu. Başkalarının köyüne taşındık. Sonra bizim köye yakın olan Gövüçler (Kavuktepe) köyüne taşındık. Orada 10 yıl kadar yaşadık. ‘Köye geri dönüş projesi’ kapsamında yine kendi köylerimize döndük. Başka yerlerde yaşayamadık. Hayvanlarımızı meraya çıkardığımızda köyler bombalanıyordu. Bizi bombalayacaklar diye korkup, kaçıyorduk. Askerler, çocuklarımızı dövüyorlardı” diye anlattı. Dersimlilerin toprak hasretiyle yaşadığını ve birçoğunun bu hasretle yaşamını yitirdiğini belirten Güler, “Cenazelerini getirmek istiyorlardı topraklarına ama yoksulluktan cenazelerini getiremediler. Bazı yaşlılarımız 38’i görmüştü. Sonra 94’te bir 38 daha yaşadı” dedi.
‘Yaşlılarımız bırakmadı’
Köyünü terk etmemek için direndiklerini söyleyen Fecire Yıldız, “Köylerimizi terk etmemizi istediklerinde yaşlılarımız ‘Ölsek de köyümüzü terk etmeyeceğiz. Bizi öldürseler de köyümüzden gitmeyeceğiz’ diyorlardı. Sıkıyönetim vardı. Kiloyla çay ve şeker veriliyordu. Köyümüzden çıkmadığımız için önce bizi Peyik (Çağlarca) sonra oradan Tunceli Karakolu’na götürdüler. Hayvanlarımız ormanlık bölgede kaldı. Gidip ormanlardan hayvanlarımızı topladım. Çok hakarete uğradık. Bir de sıkıyönetim olunca çocuklarımız aç kaldı. İnsanlarımız buraları terk edip niye gitti sanıyorsunuz. Göç edenler etti biz kaldık. Bizim yaşlılarımız buraları bırakmadı. Biz genç olanlar gitmek istedik ama büyükler bırakmadı” diye konuştu.
DERSİM/JINNEWS