Günümüz dünyasında toplumsal sorunların algılanması, ifade edilmesi ve çözülmesi olarak bilinç, eylem ve sistem bakımından aydının yaklaşımı önemli bir boyutu ifade etmektedir. Tarihin tüm toplumsal gelişim ve sıçramalarında söz konusu hususlar bakımından aydının aldığı duruşun katkısı belirleyici olmuştur. Bu belirleyicilik toplumun doğal yaşamının örülüşü ile eşitlik ve özgürlük sorununun olduğu koşullarda mücadelenin gelişmesinde aydının oynadığı rolden ötürüdür. Özellikle sömürüye dayalı geleneğin gelişip egemen olmasıyla birlikte bu daha da somut bir hal almıştır. Toplumsal çelişki ve sorunların keskinleşip yoğunlaştığı birçok benzer süreçlerde aynı veya birbirine yakın sonuçların meydana gelmemesinde bu aydının bu ifade etmeye çalıştığımız durumundaki değişkenliğinin payı vardır. Tarihin önemli bazı süreçlerinde, hala yaşanmakta olan yakınçağın başlangıç ve şu anlarında beklenen gelişmelerin gerçekleşmemesi, bir yönüyle bunun sonucudur. Tarihsel gelişme ve sıçrayışların zahmetli ve nicelik bakımından sınırlı olması da bir yönüyle bunun sonucudur.
Aydının özüne uygun olarak rol oynadığı tarihsel süreçlerde toplumsal ilerleme veya gelişmeler yaşanırken, tersi durumda geriye düşüşler gerçekleşmiştir. Şöyle bir sonuç açığa çıkıyor, toplumsal çelişki ve sorunların keskinleşip yoğunlaştığı süreçlerde aydının varlığı ilerleme ile gerileme skalasını belirlemektedir. Yakın tarihsel süreçlerde sosyalist dönüşüm veya devrim olgularını bu şekilde yorumlamak mümkündür. Bilinç, eylem ve sistem meseleleri mücadelelerin gelişmesi ve olumlu sonuçlanması bakımından önemlidir. Bunlar olmadan gelişecek olanın mücadeleden yoksun kalmış sınıflar olarak ifade edilen ve esasında daha geniş anlamda toplumsal bilinç ve farkındalıktan yoksunluğu ifade eden lümpenlik olacağı ön görülebilir. Kapitalist sistemin yapısal krizlerinin yoğunlaştığı günümüzde toplumsal gelişim ve sıçrayışların yaşanmaması önemli oranda düşüncede yaşanan karmaşa ve tıkanma sebebiyledir. Bunun bu şekilde olmasına sebebiyet veren olguların başında post-modern düşünce sisteminin hakim hale gelmiş olması ve bunun ne olduğunun tam çözümlenmemiş ve aşılmamış olmasıdır.
Günümüzde aydın sorununu ortaya çıkaran bu söz konusu durumdur. Sömürü sistemlerinin insan gerçekliğine, insanın toplumsal hakikatine değil, ideolojik bir tasarıma dayandığı açık olan gerçekliği karşısında toplumun bin yıllara ulaşan zihniyet yitimini görmezden gelerek ideoloji ve dolayısıyla toplum kaynaklı düşünselliği mahkum etmenin toplumu özgürlüğe değil daha da güçten düşmüş bir düzeye getirdiği açığa çıkmış durumdadır. Evvela toplumsal gelişmeler ileriye bakan ve ilerlemeyi ön gören bir düşünce biçimi üzerinde gerçekleşebilir. Bu anlamda düşünmenin düşünmesini sorun etmek üzerinden şekil alan post-modern tarzı düşünce biçimleriyle toplumsal sorunlara çözüm bulmak açık ki mümkün değildir. Toplumsal gelişmeleri sağlayan düşünce sistemleri çöküntüyü değil yarının inşasının olabilirliğini işler. Günümüz dünyasının düşünce bakımından karakteristik özelliği “hayal kırıklığı”dır. Beklenenin gerçekleşmemişliğinin ortaya çıkardığı bir zihniyet şekillenmesiyle yaşıyoruz. Bunun ideolojik bir tasarım olduğu ve toplumsallık lehine gelişmelere yol açmayacağı açıktır. Kürt halkı gibi inkar, imha ve soykırımı yaşayan toplumlar için bu söz konusu düşünce sistemlerinin bırakalım topluma getirisini, yaratacağı tahribatların çok fazla olacağını belirtmek doğru olacaktır. Kuşkusuz Kürt halkı farklı bir sömürge düzenine tabi kılındı ve benzerlerinden farklı toplumsal biçimlenişler aldı. Kürt siyasi hareketinin gelişme evrelerine girdiği süreçlerde aydın misyonunu oynayabilecek kesimler çoğunlukla işbirlikçi pozisyonuna çekilerek olumsuz bir rol oynadılar ve bu da siyasi hareketin yeteri derecede etkili sonuçlara ulaşmasını engelledi.
Çağdaş siyasi hareketin ortaya çıkması süreciyle beraber gerçek bir aydın kesiminin oluşumunu ve rol almasını mümkün kıldı. Fakat bunun somutlaşan boyutu sınırlı oldu. Bunun nedeni Kürtlerdeki bu kesimlerin kendi özgül koşullarını yeterince hesaplamadan harekete geçen yaklaşımları olmaktadır. Bu durum tahribatlara yol açtığı gibi önemli bir toplumsal örüntünün gelişmesi de engellenmiş olmaktadır. Faşizmin yoğunlaştığı ve Kürt soykırımının yeni döneme de taşırılmaya çalışıldığı bir süreçte ne yazık ki böyle bir eksiklikten muzdarip durumdayız. Kimileri toplumsal gerçekliğimizi göz önüne almadan, bölgesel yapı ile konjonktürü hesaplamadan yorumlar yapıyor ve tabi bu şekilde yanlış sonuçlara ulaşıyor. İşte Kürdistan’da neden toprak dağıtımının yapılmadığı vb. konular işleniyor. Kimi dil meselesinden, kimi siyaset meselesinden, kimi siyasi hareketin otoriter olduğundan bahsediyor. Sanki Kürdistan’da bir toprak veya siyaset kazanılmış gibi davranılıyor. Oysa Kürtlerin böyle bir durumu yoktur. Kürt halkına dayatılan bir faşist soykırım sistemi var. Buna karşı zindanlarda gittikçe gelişeceği anlaşılan açlık grevi eylemleri var. Leyla Güven’in yürüdüğü yol ile herkes kendi yönünü gözden geçirmeli. Belli ki doğru yol burasıdır. Soykırımcı faşizm siyasetle, toprak dağıtma yoğunlaşmalarıyla değil, direnişle; algı, ifade ve çözüm gücü olmakla aşılabilir.