Türkiye’nin derinleşen kaotik bir süreçten geçtiğini görebilmek için çok derin siyasal analizler yapmak gerekmiyor. Bir yanda derinleşen ekonomik kriz öte yandan yürütülen başarısızlığa mahkûm savaş politikaları bırakalım uzun vadeyi birkaç ay sonraki siyasal-toplumsal tabloyu bile tahmin edilemez kılıyor. Halkın AKP-MHP ittifakına önemli bir ders vereceği yerel seçimlerin yaklaşması da eklenince iktidar derin bir sıkışmışlık durumu yaşıyor. Bu durumu aşmak için hükümetin elinde pek bir araç bulunmuyor. Keza ülkenin yaşadığı duruma ancak; geniş demokratik düzenlemeler ve toplumsal adaleti esas alan ekonomik politikalarla yeni bir dönem açarak olumlu müdahalelerde bulunulabilir. AKP-MHP ittifakı ise yapısal niteliği nedeniyle bu çerçevede politikalar geliştiremez durumdadır. Aslında toplumun sorunlarına çare aramak veya çözüm olmak gibi bir derdi yoktur. Yegâne gayesi kendi iktidarının ömrünü uzatmak ve geliştirdiği hukuksuz, anti-demokratik, otoriter, keyfiyete dayalı sistemsizliğini kurumsallaştırmaktır. Bunu sağlayabilmek için tüm toplumsal muhalefet odaklarına en küçük fırsatta polisiye yöntemlerle saldırmak, geliştirebileceği tek çözüm olmaktadır. Zaten emniyet ve yargıyı toplumda bir korku atmosferi yaratmak için kullanabileceği siyasal bir sopa haline getirdiği herkesin kabul ettiği bir gerçekliktir. Bu politikalarını, toplumun vicdanı konumunda olan Cumartesi Annelerine saldırma aşamasına kadar getiren bu hükümet görevde olduğu sürece tüm demokrasi güçlerinin tehdit altında olacağı açıktır.
Bu temelde ele alındığında, demokratik haklarını kullanarak sokağa inmek isteyen ya da sadece toplumsal örgütlenme arayışında olan her kesimin neden saldırı altında olduğu anlaşılır bir durumdur. Emekçiler de bu saldırılara maruz kalan kesimlerin başında gelmektedir. Emekçilerin KHK’larla işten atılması AKP-MHP ittifakının baskıcı yönetim tarzının en önemli göstergelerinden biri olmaktadır. sendikal zeminde mücadele yürüten emekçilerin sürekli bir gözaltı ve tutuklama cenderesinde tutulduğu bilinen bir gerçek olmakla beraber, özellikle son iki aydır onlarca emekçinin çeşitli gerekçelerle tutuklanmasının nedeni üzerine kafa yormak gerekir. AKP-MHP iktidarının yaratmış olduğu ekonomik kriz özelde emekçilerin hayatlarını zorlaştırmakta ve bu durum her geçen gün daha açık ve hissedilir olmaktadır. Her ne kadar iktidar medyası bu durumu gizlemeye çalışsa da her emekçinin pratik yaşamında bu kolaylıkla gözlemlenmektedir. Kapanan işyerleri ve işinden olan insanlar ekonomik krizin temel göstergeleridirler. Böylesi dönemlerde emekçi hareketin daha fazla kitleselleşip eyleme geçmesi doğası gereğidir. Çünkü bu süre zarfında on binlerce insan işsizler ordusuna katılmaya zorlanmakta, çalışanlar ise bu tehditle çok daha zor koşullarda çalışmaya mecbur kılınmaktadırlar. Emeğe ve emekçiye nasıl baktığı bariz olan iktidar ise bu durumu kendine yakın sermaye gruplarına daha fazla rant dağıtabilmek için devam ettirmekte kendisiyle aynı safta yer alan sermaye gruplarını da buna teşvik etmektedir. Bu hükümete karşı emekçilerin tepkisini artırmaktadır.
Emekçiler, her zaman otoriter iktidarların korkusu olmuşlardır. Çünkü toplumsal konumları onları eşitlik, özgürlük ve demokrasi mücadelesinin temel aktörlerinden biri haline getirmiştir. Bu durum kuşkusuz AKP-MHP iktidarı boyunca geçerli olmuştur ve despotik yönetim tarzlarına karşı devam da edecektir. Bu süreçte tekrardan bir saldırı kıskacına alınmaları dönemsel bir nitelik göstermekle beraber, yürütülen mücadelenin hangi doğrultuda ilerlemesi gerektiğine de işaret etmektedir. Havalimanı işçilerinin her açıdan meşru isyanı ardından yaşanan tutuklamalar da, Ankara’da sendika genel merkezlerinde mücadele eden emekçilerin gözaltına alınması da bu çerçevededir. Bu baskı ortamı içerisinde Emek örgütlenmesi içinde demokrasi cephesinin önemli bir bileşeni de oluşmuş, bunlar da hak ve adalet için mücadele vermişlerdir. Emekçilerin, Kürt halkının neredeyse kesintisiz sürdürdüğü, kadınların ve gençlerin öncülük ettiği demokrasi mücadelesine daha aktif katılımı hükümeti korkutmaktadır. Hedef alınan emekçilerin Kürt kimliği de bu durumu doğrulamaktadır. Bu nedenle sendika düzeyinde öncü emekçiler gözaltına alınarak ya da tutuklanarak gelişen bu sürecin önü kesilmek istenmektedir.
Emekçilerin baskılarla sindirilerek ve örgütsüz, öncüsüz bırakılarak demokrasi mücadelesindeki potansiyeli sınırlandırılmak istenmektedir. Böylesi bir süreçte kendine “devrimci”, ”direnişçi” diyen bir kesimin sendika genel merkezlerini işlemez hale getirmeye çalışması gerçekten anlaşılması güç bir durumdur. Hiçbir mantığı olmayan bu eylem, demokrasi olarak adlandırılamaz ve bu durumun izahı yapılamaz. Emekçiler her açıdan saldırı altındayken sendikal mücadeleyi sabote etmek açıkça hükümetin yanında yer alma anlamına gelir ve demokrasi ile olan bağı tamamen sunidir. Bu açıdan emek hareketi, hiçbir demokrasi ve hak mücadelesine sığmayan ve bu anlamda değer taşımayan bu duruma cevap olabilmelidir. Bu bağlamda, emek örgütlenmesi içinde yer alan demokrasi cephesinin de bu karşıt demokratik duruma ses çıkarması önemli bir husus olmaktadır.