Karamsar bir gelecek ihtimali anlamında “1984” distopyasına değinen yazı, geçen hafta boyunca yoğun ve fikrimce haklı eleştirilere konu oldu. Haklı olmalarının nedeni şu ki, biz distopyanın dik alâsını zaten yaşamış ve ne yazık ki yaşamakta olan bir toplumun yurttaşlarıyız. Takvimden rastgele bir yıl seçsek, hatta bizzat 1984 yılını seçmiş olsak, alın size bir “Büyük Birader” ve itaatkâr Okyanusya ahalisi…
Orwell, gelişen teknolojik olanakları kendi güçlerini artırmak yolunda kullanacak iktidarlar altında liberal Batı’nın karşılaşabileceği tehlikelere işaret ediyordu. Demokrasi, hukuk, işçi hakları ve sosyal adalet kavramlarının içeriğinin boşaltılarak tam karşıtını imleyecek biçimde sabitlenmesi (Barış Bakanlığı’nın orduyu ve savaşları yönetmesi gibi) üzerinde yükselecek bir totaliter rejim tehlikesi… Oysa bizde denklem her zaman tersinden kurulmak durumunda: Müesses nizamın kendisi zaten “1984” olduğundan, siyasal katılım distopik bir korku yerine her zaman ütopik bir umut içeriyordu. Orwell’in kaybetmekten korktuğu o liberal Batı normlarının bir gün bizim memlekete de uğrayarak içine doğmuş olduğumuz distopik kâbustan bizi kurtaracağı umudu. Ama bunun yerine, bir müessese olarak “Büyük Birader” hep olduğu yerde, üstelik daha da yayılarak ve güçlenerek varlığını sürdürdü. Ya da belki de biz, toplum olarak siyasal sürece her katılım şansımızı, Büyük Birader’i o ya da bu surette yeniden-üreterek heba etmeye koşullu yaratılmışız; kim bilir?
Zamane Büyük Biraderi’nin bu haftaki en önemli icraatı, Sırrı Süreyya Önder’i cezaevine kapatmak oldu. Bir taşla üç kuş birden vuruldu. Öncelikle, Selahattin Demirtaş’ın tahliyesi hakkındaki AİHM hükmü boşa çıkarılmış oldu. Hakkında açılmış onca dava arasından apar topar bir tanesi bulunup mahkumiyet kararı kesinleştirildi. Böylelikle Demirtaş, tutuklu statüsünden “hükümlü” statüsüne geçirilirken, aynı davada yargılanmış olduğu için Önder hakkındaki karar da kesinleşmiş oldu. Bu kararla bağımsız Türk yargısı, Avrupa’nın hukuk erbabına bir maharetini daha ispatlamış olmakla kalmadı; Büyük Biraderin, tek gerçek siyasal rakibini yeniden karşısında görme korkusunu da bir nebze de olsa yatıştırmayı başardı.
Önder’in kesinleşen hapis cezası, Barış Süreci’nin resmen ilan edildiği 2013 Newroz mitingindeki konuşması ile ilgili. O dönem düzen medyası tarafından da coşkuyla alkışlanan bu konuşmanın şimdi suç haline gelmiş olması, yalnızca Önder ve Demirtaş’ın değil, 2009’dan itibaren devletin resmi temsilcileri ile Kürt hareketi arasında yaşanmış olan barış ve müzakere sürecinin de mahkum edilmesi anlamına geliyor. Bundan böyle barış istemek de Kürt halkının başındaki Türk sorunundan ya da belâsından söz etmek de suçtur “böyle biline” mesajı veriliyor o belânın bizzat kendisi tarafından.
Önder’in hapsedilmesinin bir başka sembolik anlamı, 2013’te müesses nizama büyük travma yaşatan Gezi protestolarına yönelik kriminalize etme girişiminde bir halka oluşudur. Hatırlayalım: Dönemin BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Gezi Parkı’nda ağaçları sökmeye girişen dozerlerin karşısına dikilen ilk önemli şahsiyetti. Böylelikle ülke tarihinin gördüğü en büyük protesto eylemleri başlamış oldu. Yakın zamanda, Gezi protestolarını “komplo” olarak niteleyerek, 15 Temmuz vak’ası ile eşitleme gayreti içinde yeni bir söylemsel manevra, Reis ve şürekası tarafından yürürlüğe konmuş bulunuyor. Bir yılı aşkın süredir iddianamesiz halde hapsedilmekte olan Osman Kavala’ya ilaveten yeni bir gözaltı, tutuklama ve yakalama kararları dalgası ile “Macaristan menşeli bir Yahudi komplosu” ortaya çıkarılmış bulunuyor. Büyük Birader’in beş yıl rötarlı intikamı diye okunabilecek bu operasyonun, yaklaşmakta olan büyük ekonomik depresyon karşısında yükselme ihtimali güçlü benzer bir protesto dalgası korkusuyla topluma gözdağı verme amacı taşıdığı da söylenebilir.
Bu, Büyük Birader’in klasik hezeyanlarından öte gerçek bir korku. Occupy eylemleri ve ardından Arap Baharı ile yükselip Gezi ile noktalanan küresel protesto fırtınası, beş yıl sonra Paris’in sarı yeleklileri ile yeniden canlanma sinyalleri veriyor. Şimdi hazır Türk hükümeti Fransız polisinin göstericilere sert müdahalesini de şiddetle kınamış iken gidip birer sarı yelek mi alsak acaba diyorum fakat, sevgili Sırrı Süreyya Önder’in vakti zamanında Kürt illerinde başlatılan “sivil itaatsizlik” eylemlerine “orantısız” polis müdahalesi karşısında söylediği şu sözler de insanın aklından çıkacak gibi değil: “Bu ne zulümdür, bu ne çifte standarttır yahu; onlar yapınca Gandhi bize gelince Gundi.”