Akın Birdal, 2018’de İHD’nin öncü kadınlarından Leman Fırtına’nın anmasında anlatır: İHD heyeti ile görüşmede Cumhurbaşkanı Turgut Özal sorar: “Leman Hanım bu yaşta ne işiniz var sizin insan haklarıyla?” Leman abla, “İçerde oğlum vardı. Şimdi içerdeki herkes benim çocuğum” diye yanıtlar.
Anaların bu sahiplenişi insan hakları mücadelesini hep yükseltti. Evrensel hukukun geçerli olduğu demokratik bir yönetim ve özgür bir toplum için barışçıl bir mücadele geleneği oluştu. Dil, din, cins, ırk vb. hiçbir ayrıma yer bırakılmadı. Vicdan esas alındı. Ve bu hep hışımla karşılandı. Davalar, saldırılar, suikastlar…
Akın Birdal, 2000 yılında, Almanya’da bir panelde “Türkiye Ermeni Soykırımı’ndan dolayı özür dilemeli” dediği için yargılandı. 1999’da Ulucanlar’a “Kürt halkı” dediği için girdi. 1998’de hakkında açılmış onlarca davanın ardından suikasta uğradı.
Haydarpaşa Garı’nın merdivenlerinde Kayıp Anaları’nın yaptığı oturumu hatırlıyorum. Haydarpaşa Garı’ndan artık trenler kalkmıyor. Otel yapmazlarsa belki müze olacak. 1999’da katliam yapılan Ulucanlar da müze. Artık bırakın üniversitelerdeki Kürdoloji bölümünü, devletin Kürtçe tv kanalı bile var. Ceza yağdıran DGM’ler tarih olmuş. Sanırsın 90’lar, karanlık zamanlar hep geride kalmış. Nerde.
Ermeni Soykırımı dendi diye daha dün Açık Radyo kapatıldı. Cumartesi Anneleri, Barış Anneleri hala mücadeledeler. Kürtlerin seçtiği belediye başkanları yine içeri atılıyor, belediyelerine yine kayyumlar atanıyor. Kürtçe trafik yazısı bile alerji konusu. Halen 50’nin üstünde o eskide kalan DGM’nin müebbet verdiği mahpusların dışarı çıkma hakları ellerinden alınmış vaziyette. Vicdanlıların mücadelesi bitmez.
Akın Birdal’ın Avludaki Düş’ü tam böyle bir zamanda geldi. (*) Unutulup gitsin diyen anlayışa ne güzel bir itiraz. Kitabın kapağında başlığın arasından bakan bir çift göz, adeta koğuş kapısının mazgalından dışarı, özgürlüğe doğru umut ve inançla bakıyor. Bunu 11. koğuştaki insanlar adına yapıyor.
99’da Akın’ın kaldığı Ulucanlar o vahşi katliamdan sonra boşaltılmıştı. Tutuklu DEP milletvekilleri Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak orada kaldı. Sonra siyasi Kürt mahpuslar boş koğuşlara yerleştirildi. Akın 11. Koğuş’ta beraber olduklarının hikayelerini o günlerde kayda geçti teker teker ve bugünler için muhafaza etti.
Onların anlatılarını okurken, Orhan Kemal’in 72. Koğuşu’nu, Soljenitsin’in 13 Numaralı Koğuş’unu, Anton Çehov’un 6. Koğuş’unu, hatırladım. “İnsan demir parmaklıklar arkasında bile mutlu olabilir” demişti bir zamanlar Çehov. Ve işte parmaklıklar arkasında bile olunsa mücadeleye devam edilebiliyor.
Akın Birdal’ın aktardığı sıra neferlerinin öyküleri ve onların halk önderine sadakati, aslında bir anlamda barış olanağının şifresini aktarıyor. 11. Koğuş’taki gençler, barışa ve özgürlüğe sesleniyor ta o günlerden bugünlere…
(*) Akın Birdal, “Avludaki Düş/11.Koğuştan Portreler”, Belge Yayınları, Ekim 2024