Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın muhtarlık kurumu ve muhtarlara özel ilgisi olduğu bilinir. Hatırlanırsa vakti zamanında, kendisinin “muhtar bile olamayacağı” manşetleri atılmıştı. Erdoğan iktidar olduktan sonra belli dönemlerde bin odalı sarayında “Muhtar Toplantıları” gerçekleştirir ve kendisinin ifadeleriyle onlarla “yakın ilişki” kurardı. Erdoğan bu toplantıları, “devletin zirvesiyle yerel demokrasinin sembolü olan muhtarları” bir araya getirmek olarak tanımlamakta ve “Muhtar kardeşlerimle sadece aramızdaki gönül köprülerini değil, milletimizin birlik ve beraberliğini de sağlamlaştırdık” diye savunmaktaydı.
Geçtiğimiz hafta Ardahan’ın Damal ilçesine bağlı Burmadere (Sors) Köyü Muhtarı Şah İsmail Göyük’ün yerine kayyum atandığı açıklandı. Anlaşılan Erdoğan iktidarı, Sors köyü muhtarıyla “gönül köprüsü” kuramamıştır, üstelik ve yine anlaşıldığı kadarıyla “muhtar kardeşimiz milletin birlik ve beraberliğine kastettiği” gerekçesiyle “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tensip ve takdirleri ile” görevinden azledilmesi ve yerine kayyum atanması buyurulmuştur.
Erdoğan iktidarının Sors Köyü muhtarıyla “gönül köprüsü” kuramamasının nedeni de ilginçtir. İddiaya göre AKP-MHP iktidarı yetkililerinin, Alevi köy muhtarlarından köylerindeki cemevlerinin Kültür Bakanlığı’na bağlı Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na bağlanmasını istemeleri üzerine “muhtar kardeşimiz”; “Biz dans topluluğu değiliz, Alevi topluluğunun kendi inancı var, çok kadim bir inancız. Kültür Bakanlığı ile ne işimiz var” demesi sonrası gözaltına alınıp, hakkında soruşturma başlatılmış ve İçişleri Bakanlığı’nın kararı doğrultusunda MHP’li olduğu bilinen İl Özel İdare Müdürü kayyum olarak atanmıştır. Ardından basında da yer alan tepkiler üzerine Ardahan Valiliği, muhtarlık görevini birinci azanın üstlendiğini duyurmuştur.
Alevi inancına sahip bir köyün muhtarı, Alevilerin inanç özgürlüğünü savunduğu için sakıncalı bulunmuş, kendisiyle “gönül köprüsü” kurulmamıştır! Gerekçe olarak da köy muhtarının devrimci önderleri sahiplenen sosyal medya paylaşımları, İbrahim Kaypakkaya ile ilgili paylaştığı marşlar ileri sürülmüştür. Kaypakkaya geleneğinin etkisi olduğu bölgede bir köy muhtarının devrimci önderleri ve İbrahim Kaypakkaya’yı anması elbette suç değildir. Dahası Cemevleri, Alevi inancına sahip halkımızın inanç merkezleri ve ibadethaneleridir. Cemevlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlama girişimi, devletin Alevi inancına kayyum atamasıyla eş değerdir. Bu yaklaşım, TC devletinin Alevi inancına yönelik inkar ve asimilasyon politikasının doğrudan sonucudur ve elbette kabul edilemezdir.
Muhtarlığa kayyum atanması da göstermektedir ki; Türkiye’de en temel haklardan olan “inanç özgürlüğü” ve “seçme ve seçilme hakkı” rafa kaldırılmıştır. Seçme ve seçilme hakkının gasp edilmesi sadece Kürdistan belediyelerine kayyum atanmasıyla sürdürülmemektedir. AKP-MHP iktidarı, kayyum rejimini Erdoğan’ın ifadeleriyle “yerel demokrasinin sembolü” olan en küçük idari birime kadar uygulamaktadır.
Sadece belediyelere ve muhtarlara kayyum atanmamaktadır. Aynı zamanda Alevi inancına da kayyum atanmakta, kadim Alevi inancı bir “kültürel bir zenginlik” olarak görülerek devlete tabi bir Alevilik inşa edilmeye çalışılmaktadır.
Dolayısıyla kayyuma karşı mücadele sadece Kürt halkının mücadelesi değildir. Kayyuma karşı mücadele, faşizme karşı mücadeledir. Kayyuma karşı mücadele en temel hakların savunulması anlamında bir demokrasi mücadelesi olarak ele alınmalıdır.