Bu senenin merakla beklenen filmlerinden biri olan Levan Akın’ın Geçiş’i (Crossing) Gürcistan’dan İstanbul’a uzanan bir yolculuk filmi. Yolculuk filmlerinden beklenebileceği üzere film, mekânları, sokakları ve köprüleri aşarken, izleyiciye insan manzaralarıyla birlikte geniş bir yelpaze sunuyor – veya filmin ilk sekansıyla beraber izleyiciye vaat ettiği bu.
Kan bağına dayalı aileler ile seçilmiş aileler arasındaki ilişkilere dair bazı gözlemler sunan film, Gürcistanlı emekli bir öğretmen olan Lia’nın, uzun süredir kayıp olan trans yeğeni Tekla’yı bulma çabası etrafında şekilleniyor. Tekla’yı bulup eve, Gürcistan’a geri getirmek, onu trans olduğu için reddeden kız kardeşinin vasiyetidir. Lia, bir şekilde peşine takılan genç komşusu Achi ile birlikte Türkiye’ye bir yolculuğa çıkar ve İstanbul’un trans topluluğunun dayanışma ağıyla tanışır. Burada trans hakları için mücadele eden bir avukat olan Evrim’le yolları kesişir.
Yönetmen Akın, filmden ‘İstanbul’a bir aşk mektubu’ olarak bahsederken, aynı zamanda bu filmi dayanışmaya olan övgüsü olarak da nitelendirebiliriz. Şubat 2024’te Berlin Film Festivali’nin Panorama bölümünde açılışını yapan film, Teddy Jüri Ödülü’ne de layık görüldü. Akın’ın 2019’da çektiği ve ismini dünyaya duyurduğu önceki filmi Ve Sonra Dans Ettik gibi bu yapım da kimlik, aidiyet ve toplumsal normları sorgulayan temalara dokunuyor. Ancak bu defa İstanbul ve Beyoğlu’nun “lubunyalı” dokusuna bakarak.
Beyoğlu’ndaki hayatlardan kesitler
Film, Lia’nın Karadeniz kıyısında yürüdüğü etkileyici bir prologla başlıyor. Film boyunca yüzünde göreceğimiz sert, biraz dalgın ama kararlı ifade bu nereye yürüdüğünü bilmediğimiz kadının yolculuğunu merak etmemiz için başlı başına bir sebep. Takip eden sekansla Achi’yle tanıştırılıyoruz. Annesi kendilerini terkedip İstanbul’a kaçmış, babası, abisi ve abisinin karısıyla yaşayan ve bundan hiç de memnun olmayan genç ve zıpır Achi. Beraber İstanbul’a doğru uzun bir yolculuğa çıkacak ikili, Lia’nın yeğeni Tekla’yı bulmak için bu eve gelmesiyle tanış olurlar. Hemen ertesi gün ise, artık yeğenini bulup özür dilemek için beklemek istemeyen Lia’nın ısrarıyla yola çıkarlar.
Biri annesi, öbürü yeğenini arayan bu iki karakterin biraz fazlaca aceleye gelmiş gibi hissedilen tanışma ve yola çıkma faslını gözardı etmek mümkün olsa da, ikili arasında derinleşemeyen ve “jenerasyon farkına” sıkıştırılmış dinamiğe inanmak güç. Lia ve Achi aksının en büyük problemi de bu gibi görünüyor. Genç-yaşlı ikililiği üzerinden yaratılan zıtlıklar silsilesi, belki ikisi arasında potansiyel olarak gelişebilecek ve birbirlerine doğru uzanacak içsel yolculuğun önüne set çekiyor. Sonuç olarak, film bu iki karakterin motivasyonlarını, isteklerini, çıkmazlarını açmak ve birbirine örmek için yarattığı pek çok sahneyi boşa harcıyor ya da ıskalıyor.
Lia’nın aklında ve ruhunda dönüp duran düşünceler ve hisler, ikili arasındaki paralel hikaye, İstanbul’a atfedilen kız kulesi, boğaz, baklava ve kedi gibi imgeler arasında kaybolup gidiyor. Bir direniş ve özgürleşme formu olarak gördüğü dansı “Ve Sonra Dans Ettik” filminde oldukça etkileyici bir biçimde kullanan Akın, Geçiş’te aynı meziyeti göstermekte zorlanıyor. Film bir noktada egzotik bir gözle bakmayı sürdürdüğü şehre, neredeyse sadece bu yüzden bakmak istiyor hissini yaratıyor. Beyoğlu’nun gece gündüz süren yaşantısının peşine oryantalist bir merakla takılan kamera Beyoğlu sakinleriyle bizi tanıştırıyor. Ancak soluk soluğa etrafta koşturan kamera, Beyoğlu’nda geniş bir yelpazeye uzayan hayatların peşine düşerken yolculuğa çıkardığı karakterlerinin içsel yolculuklarını ihmal ediyor.
Film Lia ve Achi ikilisinin yolculuğunu İstanbul’a kadar taşıdıktan sonra odağını bu ikiliden biraz alıp Lia ve trans kadın Evrim aksına taşıyor. Pembe Hayat Derneği’nde çalışan avukat Evrim, devlet katında da toplum katında da ne kabul görüyor ne de saygı. Yakın zamanda başvurduğu kimlik değişiminin peşinde gezdiği devlet kurumları ise Türkiye’de translara uygulanan ayrımcı muameleyi gözler önüne seriyor.
Filmin yönetmeni Levan Akın, Tekla’yı sadece bir karakter değil, sembolik bir boşluk olarak sunuyor; o boşluğu ise hak mücadelesi yürüten Evrim dolduruyor. Evrim, Lia ve Achi’yle tanıştığında her ne kadar onlara Tekla’yı bulmak için yardım etmek istese de, Tekla’nın buna razısının olup olmadığı sorusunu es geçmez. Belki Tekla bulunmak istemiyor? Trans kadınların yaşam alanlarını ilk önce ihlal edenlerden biri aileleri. Bu bilinen gerçeğe bu sahnede yapılan vurguda, aynı zamanda Evrim’in etik sorumluluğunu gözettiğini görüyoruz. Ancak hemen peşinden, Evrim tanımadığı bu kadına kendi ağını harekete geçirerek Tekla’yı bulması için yardım ediyor.
Böylece Lia ve Evrim aksının kurulumu da biraz aceleye getirilmiş olduğu gibi, çok da organik görünmüyor.
Geçiş, bir boşluk
‘Geçiş’i kelime anlamı olarak, kişinin bir boşlukta hareket ettiği, “ne burada ne orada” olduğu o arada kalma hâli olarak tanımlamak mümkün. Geçiş aynı zamanda iki anahtar unsuru barındırır: yolculuk ve dönüşüm. Yalnızca fiziksel bir geçiş veya sınırların aşılması anlamına gelmekle kalmaz; aynı zamanda kimlik, mekân ve zaman arasında bir köprü inşa etmeyi de ima edebilir.
Film ise her karesiyle taşıdığı potansiyele ve başta Mzia Arabuli ve Deniz Dumanlı olmak üzere etkileyici oyunculuklara rağmen bizi bir yolculuğa çıkarmakta güçlük çekiyor. Filmin, seçilmiş aileler ve trans öznelerin hikayelerini işleyişindeki duyarlılık takdire şayan olsa da, bu duyarlılık, dramatik bir ağırlıkla desteklenmiş olsaydı, Geçiş çok daha etkileyici ve dönüştürücü bir yapıya sahip olabilirdi.