“Elim sanata düşer usta/Dilim küfre, yüreğim acıya/Ölüm hep bana/Bana mı düşer usta?/Sevda ne yana düşer usta/Hicran ne yana/Yalnızlık hep bana/Bana mı düşer usta?/Gurbet ne yana düşer usta/Sıla ne yana /Hasret hep bana/Bana mı düşer usta?”
Bu dizelerin sahibi,Türkçe şiirin önemli isimlerinden Refik Durbaş’ı yitirdik….Şubat 1944’te Erzurum’un Pasinler ilçesinde başlayan 74 yıllık bir yaşam müzmin bir akciğer hastalığına yenilerek İstanbul’da son buldu.
“Kimse bilmesin benden başka/Nerede nasıl niye öldüğümü/Ecel, hiç arkadaşım olmadı çünkü..” dese de kötü haber tez yayılır cinsinden geçende ansızın haber ajanslarından sosyal medyaya düştü kayıp haberi.
Refik Durbaş, günlük yaşam içinden güç koşullarda yaşayan emekçilerin duygu ve özlemlerini yalın ve çarpıcı bir duyarlıkla ördüğü şiiriyle kuşağının önde gelen şairlerinden oldu.
İlk şiir denemelerine daha lise çağlarında başladı.1965-68 yılları arasında işçilik, işportacılık yaptı. Bazı gazete ve yayınevlerinde -uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde – düzeltmen olarak çalıştı. Emekliliğinin ardından çeşitli gazetelerin sanat sayfasını yönetti ve yazılar yazdı. Şairliğinin yanında yazar ve gazeteci kimliğine de sahipti. Deneme, inceleme, röportaj alanında da ürünler verdi. Ahmed Arif’le yaptığı ve “Kalbim Dinamit Kuyusu” adıyla yayınladığı uzun röportajla bir şairin dünyasını tanıttı bize.
Şiir yaşamına İkinci Yeni anlayışıyla başlamış olmasına rağmen İkinci Yeni’nin etkisinden kurtularak şiirlerine zaman içerisinde toplumcu bir eğilim kazandırdı. Hüzün başattır Onun şiirlerinde ama umut her dem duyumsatır kendini:
“Bu bahar erken geldi/ölümün vakti çiçeği açmamıştı henüz günlerin/ecel erken geldi, acı da, hüzün de/ama hiç sönmedi umudun alevi/ağıyor işte aydınlığın bedeninden su/ve daha canlı inancın yüreği”
Yazdıklarıyla ve duruşuyla emekten ve insani olandan yana bir profil çizdi. Şiiri gibi arı ve duru… Şiirlerinin konusu genel olarak toplumun içinden sıradan insanlar ve manzaralar oldu. Bazen bir çırak çocuğun acılarını, hüzünlerini dile getirir, bazen öldürülmüş gençlerin ardından ağıt yakar.
“Ölüm ilgilendirmiyor artık seni, işkence ilgilendirmiyor/ışıklar içinde yüzün yüreğinde tarifsiz bir telaş sabah, /vardiyadasın bir dokuma tezgahında öğle,/bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle dalga dalga akşam nöbetini tutuyorsun.”
İşçilerden sanayi çıraklarına, otobüs muavinlerinden çay ocaklarına, toplumun emekçi kesimlerinin rüyalarını ve gerçeklerini, büyük bir sevgiyle şiire taşıdı; sokağın diliyle şiirin dilini ustaca birleştirerek kendi şiir dilini oluşturdu.
Şiirlerindeki gibi tevazu sahibi içten ve sevgi doluydu. Sadece iyi bir şair değil, aynı zamanda duruş sahibi bir aydın, iyi bir insan örneğiydi.
10 Ekim 2015 Ankara Katliamı ile ilgili şu dizeleri kaleme alır:
“ankara garı’nda ölüler yatıyor/on dokuz yaşında delikanlılar/hayalleri çalınmış genç kızlar/yırtık ayakkabısıyla bir üniversiteli/bir çocuk, gülümsemesi/yarım kalmış yüzünde gündüzleri güneşte/geceleri yıldızların altında/ölüler yatıyor/ankara’da, gar’ın önünde ölüler yatıyor barışın ders kitabı bir elinde/bir elinde emeğin rüyası/biri dokuz yaşında/birinin kalbinde sevgi ve sevda/ölüler yatıyor ankara’da, gar’ın önünde. /ölüler yatıyor/toprağa damlıyor kanları”
Kuş Tufanı, Hücremde Ayışığı, Çırak Aranıyor, Çaylar Şirketten, Nereye Uçar Gökyüzü, Siyah Bir Acıda, Bir Umuttan Bir Sevinçten …Kitaplarından bazıları.
“Sonbaharın ara sokaklarında günlerim/Yazım nerde, kışım nerde/Dağlara ırmaklara yükleyecektim derdimi/Atım nerde, bahtım nerde/Yüzümün kırık aynasında uyurdu geceler/Adım nerde, çağım nerde/ Şair, hangi kara karanlığında geleceğin
Çağrın nerde, çağrım nerde/Eser şimdi ihtiyarlığın yeli zamanı hayatta
Refik nerde, Durbaş nerde” diye sormuştu bir şiirinde.
Evet. Kış erken geldi. Refik Durbaş’da göçtü bu dünyadan. Sanayi çarşıları, çay ocakları, pazar yerleri biraz daha ıssız şimdi… Ardında bıraktığı şiirleriyle yaşayacak artık. Anısına saygıyla…