Serdar Korucu’nun Aras Yayıncılık’tan çıkan “Halepsizler”i Halep’in Ermenileri ile Ermenilerin Halep’ini anlatan, 1915 ile bugünü bütünleyen bir çalışma. Soykırım hafızasına ışık tutan bu kitap, bir dönüş-olmayan-dönüş ya da yersiz yurtsuzluk hikayesi de aslında.
Bekir Avcı/ İstanbul
Suriye İç Savaşı’ndan kaçarak dünyanın çeşitli bölgelerine göç etmek zorunda kalan Halepli Ermenilerin hikâyelerinin yer aldığı “Halepsizler” Aras Yayıncılık’tan çıktı.
Gazeteci Serdar Korucu’nun bu son kitabı önceki çalışmalarının (“Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra” ve “Misafir”) devamı niteliğinde. İlk iki kitabında Türkiye’deki Suriyeli mültecilerle ilgili çalışan Korucu, bu son kitabında Halepli Ermenilere odaklanmış. Yöntem olarak yine söyleşiler üzerinden gitmiş yazar. Ancak kitabın kurgusunda soru soran gazeteci aradan çıkıyor ve söz tamamen anlatıcılara kalıyor. Yani klasik bir soru-cevap akışı yok çalışmada. Her görüşmecinin anlatısı öncesi yazarın görüşmeciye ve görüşmeye dair kısa bir bilgi notu var, bunun ardından okur anlatıcı ile baş başa kalıyor. Her ne kadar tür olarak “söyleşi” denilmişse de okur farklı bir anlatı türüne de kucak açıyor aslında; tarih, anı, bazen bir otobiyografi…
Kitapta 22 röportaj var. Sadece biri Türkiye sınırları içinde, Antakya’da, ikisi Artsakh/Dağlık Karabağ’da, geri kalanlarsa Yerevan’da. Bunun nedeni ise savaş nedeniyle Halep’ten çıkmak zorunda kalan Ermenilerin çoğunun Türkiye’ye gelmemesi. Bu nedenle çalışma Türkiye sınırlarını aşarak ağırlıklı olarak Ermenistan’a taşınmış. “Bunda Halepli Ermenilerin soykırım hafızasını ve savaş anlatılarını ulus devletlerinde rahatlıkla konuşabildikleri gerçeğinin de etkisi var” diyor yazar. Bu çalışmasının diğerlerinin aksine daha kişisel bağlantılar ve güven duygusu ile oluştuğuna da dikkat çekiyor.
Kitapta Halepli Ermeniler bazen bugünden başlayıp 1915’teki soykırıma gidiyor, bazen de tersi. Yani anlatıcılar 1915 ile bugün yaşadıkları arasında bir bağ kuruyorlar. Zaten Korucu da “Halepsizler’de yirminci yüzyılın başında felaketlerden sağ kurtulup Halep’te adeta küllerinden doğan bir halkın hikayesini, tam yüz yıl sonra küle dönen ve yeniden doğmaya çalışan kadim bir şehrin hikayesiyle birleştirmeye çalıştık” diye belirtiyor. Bazı Halepli Ermenilerin başlarına geleni “ikinci soykırım” olarak gördüğünü belirtiyor yazar. Peki, bunun nedeni ne?
“Bunda soykırım hafızaları etkili. Benzeri bir şekilde İstanbul’da 6-7 Eylül Pogromu sırasında da pek çok Ermeninin ilk anda yaşanılanı ‘soykırımın yaklaşması’ olarak hissettiğini günümüze ulaşan anlatılarından biliyoruz. Benzeri bir şeyi bugünkü savaş için de hissetmeleri bu açıdan doğal. Ayrıca IŞİD’in Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümüne kısa bir süre kala Der Zor’u ele geçirmesi ve soykırım anıtını yıkması da soykırım algısını güçlendiren etkenlerden.”
Dönüş-olmayan-dönüş ya da yersiz yurtsuzluk
Halep’ten çıkmak zorunda kalan Ermenilerin birçoğunun Yerevan’a gittiği anlaşılıyor kitaptan. Korucu da ağırlıklı olarak bunlarla görüşmüş. Peki, onların Yerevan’daki ikamesi neden bir ‘dönüş’ ya da ‘eve dönüş’ değil?
Ermenistan bir noktada ‘ana vatan’ olsa da Korucu oraya gidenlerin özellikle Yerevan’da Halep’teki gibi homojen yapılarını devam ettirdiklerine dikkat çekiyor. Bu vurgu ve kimi mülakatlarda kendini hissettiren şey Ermenilerin ‘yersiz yurtsuzluğu’ oluyor aslında. Örneğin Yerevan’daki Nareg Kalaycıyan, oradan oraya göç etmek zorunda kalan ailesinin uzun ve sancılı geçmişine de göndermede bulunarak “Kendimi kaybolmuş hissediyorum” diyor. Korucu bu ‘dönüş-olmayan-dönüş’ ya da ‘yersiz yurtsuzluk’ duygusu için tarihe işaret ediyor.
“‘Ana vatan’ çok tartışmalı bir kavram. Evet, Ermenistan onları bir ‘anne’ gibi, sorgusuz sualsiz, sadece kimlikleri nedeniyle kucaklıyor. Bu açıdan bazıları ‘ana vatan’ da diyebiliyor. Fakat aynı soruyu tekrarladığınızda bazıları için bu ‘ana vatan’ Halep’e, bazılarında birkaç soru daha sonra Batı Ermenistan yani bugünkü Türkiye sınırları içindeki aile büyüklerinin doğdukları ve yüzlerce yıl yaşadıkları toprakları da işaret edebiliyorlar. Zaten bazılarının soyadları da bunu kendilerine hatırlatıyor. Kilisliyan ailesi gibi… Bu yersizlik yurtsuzluk hali bu nedenle peşlerini bırakmıyor.
“Kaybolmuşluk hissi mültecilerde de sık görülüyor. Fakat Ermeniler özeline baktığımızda bu his daha derin olabiliyor. Ermenistan’a gidenler mülteci olmasa da, aile geçmişlerini göz önüne aldığımızda son yüzyılda iki kez köklerinden koparıldılar. Birinde soykırım etkili oldu, diğerinde savaş. Sonuç yine yeniden bir başka yerde her şey inşa etmek zorunda kalmak. Bu da bir kaybolmuş hissi veriyor ister istemez. Unutmamak gerek ki Ermenistan ulus devlet olsa da farklı bir kültüre sahip. Post Sovyet bir devlet. Halepli Ermeniler ise Batı Ermenistanlı, soykırım sonrasında uzun zaman Fransız mandası kalmış bir Ortadoğu ülkesi olan Suriye’nin de vatandaşı. Her ne kadar ülkelerinde birinci sınıf vatandaş olarak kabul görseler de uyum sağlamaları, kendilerini bu ‘yeni’ ülkeye alıştırmaları elbette zaman alıyor.”
“Halepsiz” kalmak
Türkiye sınırları içinde bulunan topraklarından edilen Ermeniler için bugün “Halepsiz” kalmak ne demek? Kitabın bu soruya yanıtı net: “Halepsiz kalmak, bir kez daha toprağından koparılmak, bir kez daha toprağı vatan yapan inşa ettikleri her şeyden, kiliseden, okuldan, mahalleden yine yeniden ayrı düşürülmek demek.” Korucu, bu “–siz kalma” halinin bizi de bulabileceğine dikkat çekiyor.
“Bizlerin çıkaracağı ders Halepsiz kalma halinin bizler için de bir gün geçerli olabileceği. Yani benim de, bizim de bir gün İstanbulsuz kalabileceğim, kalabileceğimiz gerçeği. Çünkü savaşın, ölümün, soykırımın, felaketlerin kimi nerede bulacağı belli olmuyor ve herkesin başına istisna gözetmeden gelebiliyor.”