Cumhurbaşkanı R. T. Erdoğan COP29’da, “2053 yılı için net sıfır emisyona ulaşma ve yeşil kalkınma vizyonumuz ekseninde kilit sektörlerimizi dönüştürüyoruz. Emisyon Ticaret Sistemi’ni de içeren iklim kanununu çok yakında Meclis’e sunacağız” açıklaması yaptı. Bu açıklama borç sarmalına giren Türkiye’nin ve sermayenin yeni kredilere ulaşmasını içerirken, aynı zamanda halkın sırtına yeni vergi yükleri getirerek soygun düzenini bir adım daha ileriye taşımak istemekte.
Fransa’da halka yüklenen karbon vergisi uygulaması halkın tepkisiyle geri teperken, dolaylı vergilerle yine halkın cebine girmeye devam edilirken, Türkiye’de aynı yolu izleyerek sermaye ve onun devletleri için kullanışlı bir araca dönüştürülen iklim değişiminden yararlanmak başlıca hedefleri içinde. Ekolojik krize bağlı gelişen küresel iklim değişikliği ve ısınmanın, düzenlenen iklim zirveleriyle aşılacağını iddia eden kapitalist devletler “yenilenebilir enerjiyi” bir kurtarıcı olarak sunarken, aynı zamanda fosil yakıtlardan asla vazgeçemeyeceklerini açıkça ortaya koymaktalar.
Erdoğan’ın konuşmasında iklim kanununu karbon borsalarına ve Emisyon Ticaret Sistemi’ne (ETS) bağlaması boşuna değil. Zirvelerin ana ekseni olan ‘Net Sıfır Emisyon’ (NSE) hedefi, küresel ısınmayı durdurmak bir yana, tek hedef sermaye için yeni birikim alanları yaratmak. NSE saçmalığı karbon yakıtlardan vazgeçilmeyeceğini, bunun yanında ‘yenilenebilir’ iddiasında bulundukları enerji üretimleriyle sermayeye yeni bir yol açılırken rekabette ortaya çıkmakta.
Türkiye’nin 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşmak üzere hazırlandığı iddia edilen ‘İklim Değişikliği Azaltım Stratejisi ve Eylem Planı’nda (İDASEP) 2030 yılına kadar atılacak adımlar tek tek sıralanmıştı. Ulaştırma sektöründe karbon emisyonlarının azaltılması, toplu taşımanın teşviki ve elektrikli araç kullanımının artırılması için ÖTV 1 sayılı listeye karbon içeriğinin eklenmesine yönelik çalışma yapılması planlandı. Açıklanan planda yer alan ‘Karbon vergisi’ ifadeleri ise akaryakıttan başlayarak tükettiğimiz her ürün için yeni vergilere hazırlık içinde oldukları anlaşılabilmekte.
Emisyon Ticaret Sistemi ve karbon vergisi, başta Avrupa Birliği (AB) olmak üzere birçok kapitalist ülke için küresel ısınmayla ‘mücadele’ planlarının temelini oluşturmaktadır. Avrupa Birliği’nin “kirleten öder” mekanizması ile parası olanın kirletme özgürlüğü kazandığı bu sistem, dünyada yaşanan ekolojik yıkımı daha da büyütecek ve yeni madencilik türleriyle (nadir toprak elementleri) dünyanın yaşanmaz bir yer haline getirilmesi kaçınılmaz bir son olacak.
Kapitalizm üretip kullanım değeri yüklediği her türden malı pazara taşıyarak değişim sürecine bağlamak zorundayken, ‘temiz’ enerji iddiasıyla girişilecek olan üretim süreçlerinin bu durumu değiştireceğini düşünmek ham hayal. Dünyada yaşanan iklim değişimi kapitalizmin aşırı üretimlerinin yol açtığı ekolojik krizin sonuçlarından sadece birisiyken bu üretimler için gereken enerjinin nasıl ve hangi yolla üretildiği tali bir sorun olmaktan öte bir anlamı yok.
Kapitalizmin küresel ısınmayı durdurmak adına ortaya koyduğu dönüşümün temel nedeni uzun yıllardır yeterli ekonomik büyümeyi sağlayamamasından kaynaklı bir durum. Yapılan iklim zirvelerinde yaşananlar sermaye rekabetinden fosil yakıt üreten şirketlerin öne çıktığını izlemekteyiz. Bu ülkelerden birisi de Türkiye. Bir yandan petrol, kömür ve doğalgaz için yırtınılırken diğer yandan ‘yenilenebilir’ enerji üretimleri için hedefler belirlenmekte.
Nükleer sermayenin COP28’de elde ettiği başarı ile nükleerin iklim sorunundan bir çözüm olarak ele alınmasıyla nükleer santral kurulumlarında atağa kalkışıldı. Türkiye 2053 hedeflerinden nükleer enerjiyi 20 bin MW’a ulaştıracak ana hedefin nedeni Rusya ile yapılan anlaşmada gizli ve özel hükümlerin açıklamadığı girift ilişkilerin Türkiye’yi motive ettiği söylenebilir.
Kapitalizm, neden olduğu iklim sorununu fırsata çevirip yeniden yüksek sermaye birikim olanaklarını yaratmak isterken, halkları da köleleştirme peşinde. Bu yaklaşım Türkiye’yi yönetenlerin de başlıca hedefi. İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin desteği ile karbon salımının azaltılması konusunda Türkiye’de halkın eğilimini ölçen bir araştırma yayımlanmıştı. Doç. Dr. Ayşe Uyduranoğlu ve Doç. Dr. Serda Selin Öztürk’ün yaptığı araştırmaya göre halk karbon vergisinden elde edilecek gelirin, ‘çevre koruma projelerine’ harcanırsa vergilenmeyi kabul edeceği iddiası işleniyordu.
Doç. Dr. Uyduranoğlu, “Türkiye’de vergi gelirlerinin yüzde 50’si tüketim vergilerinden oluştuğu için önyargı oluşabilir. Bu önyargıyı yıkmak için hükümetin kendini iyi anlatması, karbon vergisinin gelirinin iklim değişikliği ile mücadelenin hangi safhalarında nasıl harcanacağını aktarması gerekiyor. Vergi konusunda yapılan güven araştırmaları da toplumun güven eğiliminin bu yönde olduğunu ortaya koyuyor” diye açıklamalarda bulunmuştu. Akaryakıttan içtiğimiz suya, yediğimiz ekmeğe kadar her şeye yeni vergilerin getirileceği günlerin arifesindeyiz.