14-15 Kasım 2024 günü mahkeme salonundan başlayan bilirkişi keşfi ilk günün yarısından sonra fiziki olarak Küçükçekmece Lagünü- Kilyos- Durusu Havzasında sürdü. Bölgenin yaşamını yok edecek proje taraftarları; Kanal İstanbul ve kıyı yapıları proje sahibi (Ulaştırma Bakanlığı) ÇED olumlu kararı veren idare (ÇŞİkD. Bakanlığı) ile bu projenin iptalini isteyen, yaşamı korumak isteyenler, bölgede yaşamını sürdürenler arasında geçen iki gün. Fiziki yolculuğun adı Bilirkişi keşfi idi. Danıştay tarafından belirlenen Bölge İdare Mahkeme heyetinin içinde ÇED davalarını uzunca süredir yürüten hakimler de vardı, mahkeme salonunda görüşlerini bildirenlerin sözlerini tutanağa aktaran hakimler de. Mahkeme Heyeti Başkanı iki gün boyunca, davalı idarelerle davacıları katılımcılık ilkesi kapsamında yöneterek keşfi sürdürdü.
Eminim katılımcılık konusuna içkin düşüncelerimi buluştuğumuz yazılarda rastlamışsınızdır. Bu kez de öyle oldu, ÇED davasında katılımcılık nasıl işletildi, onu hep birlikte yaşadık. Kapitalizmin tüm süreçlerinde uygulandığı gibi katılımcılık ilkesi ile Su Yolu ve Yenişehir Rezerv Alanı ekonomi politik projesi keşif sırasında tüm gerçekliği ile uygulandı. İki gün boyunca bir yanda davacılar diğer yanda davalı ve müdahil ayrımında bu işin patronları ve katılımcılığı keşif boyunca yöneten mahkeme heyeti. Mahkeme başkanının kanalın teknik özelliklerini sorgulatarak yürüttüğü keşif ekolojik, sosyolojik etkileri ile ilgili soru ve önerilerin keşif kapsamında olmadığı gerekçesi ile konu dışında kaldı. Keşif ağırlıklı teknik özellikler için bakanlık yetkililerine söz verildiği bir iki günlük havza ziyaretine dönüştü. Geminin büyüklüğü, kanalın sızdırmazlığı için kullanılacak materyalin yapısı tartıştırılarak sürdü gün boyu. Her keşif noktasında çıplak gözle bugün bile görülen etkilerin görünmezliği de böylece başarıyla sağlanmış oldu. Sanki üzerinde durulan keşif noktasının mera olması tanımı dışında yaşam için işlevi yokmuş gibi, kanalın nereden geçeceği soruldu davalı taraflara. Dava Çevre şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen ÇED olumlu kararının iptal davası olmasına rağmen ve bu karar Su Yolu ve yeni “nitelikli nüfus” için yapılacak, havzanın tamamını kapsayacak bir projeyle ilgisi yokmuş gibi kanal güzergahı, geçtiği yer bilgisi projenin sahibi ulaştırma bakanlığı görevlisi eliyle yön gösterilerek keşif heyetine tanıtıldı.
Şahintepe’de yaşamaya başladıkları yıkımın isyanını dile getirmeye çalışan bir avuç Şahintepelinin önü polis ablukası altına alınarak kesildi. Yöre halkının isyanı heyet başkanının ben sizi dinleyeceğim diye keşif heyetinin, davacıların ve polislerin uzaklaştırılması ile 5 dakikaya sığdırılabildi. Oysa o çığlıkların sahipleri çoktan yerinden edilmeye başlanmışlardı. Onlara farklı bölgede yer gösterildiğini, evlerinden çıkmaya zorlandıklarını söylediler o birkaç dakika içinde. Sözleri, dertleri mahkeme heyeti başkanının belleğinde duruyor şimdilerde.
Oysa olası yıkımlar proje 2011 yılında dillendirildiği andan itibaren tahmin edilmeye başlamıştı. Siyasetin sözlerinden, ardı ardına çıkarılan cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden, plan değişikliklerinden okuyabiliyorduk olacakları. Süreci durdurmaya çalışma çabaları projenin her adımı gerçekleştikçe yıkımın boyutları açığa çıktıkça daha da vahimleşti. 3. Havalimanı şantiyesinde işçilerin direnişi 2019’da süreci tüm çıplaklığı ile anlatıyordu hepimize, herkese. Süreç yaşamı koruma çabalarımız, mücadelelerimizle tanıklıklarımız arasına bizleri sıkıştırmaya devam etti. Sömürünün, saldırının tanıklığında bir yandan mücadele diğer yandan öngördüklerimizin her birinin bizlere, halklara, ekoloji, kent, meslek ve emek örgütlerine verdiği sorumlulukla hala direniyoruz yok edilişe.
Birlikte bir amacımız, derdimiz var. Siyasi kararlarla, kentleşme baskısı ve sanayileşmeyle yaşamı darboğaza sokulan Küçükçekmece Lagünü’nü, Lagün havzasını, Sazlıdere, Nakkaşdere, Eşkinoz Dere, Durusu, Kilyos havzalarında suda, toprakta, yaşamda olanları anlamak ve bu baskının etkilerini ortadan kaldıracak bilimsel, politik yöntemleri, stratejileri üretip Küçükçekmece Lagününü ve Havzasını bu havzadaki yaşamı korumak.
Sonra bir gün bir adam ve taşeronu olduğu kapitalist sistemin politikaları birbirlerinin krizlerinden yararlanarak, siyasetin krizini sermaye krizinden çıkışın yöntemine, sermaye krizini de siyasetin krizini yaşayanları kendilerine taşeron ederek yaşama kama gibi giriverdiler. Adı çılgın proje olan yıkımın kararıydı bu. Satırların arasından yükselen çığlıklar size ulaşıyor mu bilemem. Bu çığlıkları yaşam alanlarına yapılan her saldırıya tanıklık edenler atıyor, yaşamları yok edilenler. Saldırı da ve sömürü de politik stratejiler ile organize olarak planlanıyor. Bu süreçte taraftarlar kendilerine verilen görevi canla başla sürdürüyor. Yaşamı korumak için çırpınanlarla, yaşamaya çalışanların birlikte sürdürdükleri yaşam ise sistemin taşeronları tarafından hızla yok ediliyor. Süreç artı değer üretim politikaları uğruna yok edilen yaşamlar, doğal, kültürel varlıklar, yaşamın belleği, kültürleri, geçimlik yaşamları yok ede ede sürdürülmeye çalışılıyor. Yoksullaşma derinleşirken, barınma hakkı, üreme hakkı, yaşam hakkı elinde alınanlar giderek artarken.
Bizler mücadeleye devam ediyoruz. Bir derdimiz var; yaşamı özgürleştirmek. Söylemeye gerek yok ama biline…