‘MSB kaynakları şunu dedi’, ‘Dışişleri kaynakları bunu dedi’, ‘Diplomatik kaynaklar şöyle söyledi’, ‘Güvenlik kaynakları böyle konuştu’ biçiminde bir ‘haber’ dili, Türk Medyasına hâkim olmuş durumda.
Neden bu dil, son dönemlerde niye bu tarz bir dile ağırlık verildi? İktidar neyi açıktan diyemiyor da böylesi dolambaçlı bir dil kullanmaya ihtiyaç duyuyor? Doğrusu irdelenmeyi gerektiriyor.
Kuşkusuz, basın, gazetecilik geleneği buna benzer haberlere yabancı değil. Özellikle, uluslararası basında buna benzer haberlere rastlamak mümkün. Dünyada otorite olarak kabul edilen ajanslarda, gazete ve TV’lerde böyle haberlerle karşılaşabilirsiniz. Fakat bu tür haberlerin sıklıkla yapılmadığı, bir dengenin söz konusu olduğunu da görüyoruz. İşin içinde olanlar, bu tarz haberlerin esasen istihbarat kaynaklı olduğunu, açıktan söylenemeyeni dolaylı olarak söyleme amacı taşıdığını bilir. Bundan dolayı yayın organları böylesi haberlere çok başvurmamaya özen gösterir. Bilirler ki, bu tarz haberler yayına dair güveni azaltır, kimliğini tartışma konusu yapar. Dolayısıyla kontrollü hareket ederler.
Gelelim Türkiye’ye! Açık ki, Türk medyasında durum farklı. Son aylarda, neredeyse bu tür haberler rutin bir hal almış durumda. Gün geçmiyor ki, bu tür bir haberle karşılaşmayalım! Yüz yüze gelmeyelim! İşte! Son birkaç örnek;
MSB kaynakları: Kıbrıs’ta tek taraflı girişimlere izin vermeyiz.
Dışişleri kaynakları: Hamas Siyasi Bürosu’nun Katar’dan Türkiye’ye taşındığı haberleri gerçeği yansıtmıyor.
Güvenlik Kaynakları: Teğmenler davasında, mesele okunan metin değil, emre uyulmamasıdır.
Dışişleri kaynakları: Ukrayna -Rusya savaşının sona erdirilmesine yönelik çabaları destekliyoruz.
Örnekler çoğaltılabilir. Fakat bu kadarı kafi!
Herhalde, gazeteciler, yayıncılar bu tarz bir haberciliği tercih ediyor diyemeyiz. Şüphesiz, buna istekli çok fazla ‘gazeteci- yayıncı’ var. Fakat onlar da biliyor ki, bu tarz haberler yayını güçlendirmez, sadece zayıflatır, etkisini kırar. Dolayısıyla, mevcut durumu yayıncılar üzerinden açıklamak mümkün değil. Bu duruma yol açanlar istihbarat başta olmak üzere devletin derin odaklarıdır. Bu derin odaklar açıktan söyleyemediklerini bu biçimde dile getirmektedirler. Bundandır ki, hemen her konuda devletin resmi organları değil ‘kaynaklar’ konuşuyor.
Peki neden bu kadar sıklıkla bu yönteme başvuruluyor, son dönemlerde neden bu tarz haberleri çok görmeye başladık?
Açık ki, bunun kaynağında iktidar sözcülerinin her ağızlarını açtıklarında dile getirdikleri ‘zor günlerden geçiyoruz, beka sorunumuz var, 3. Dünya Savaşı yaklaşıyor’ vb. söylemlerinin önemli bir payı bulunuyor. Devlet organları kritik konularda konuşmuyor, konuşmaya cesaret etmiyor, konuştuğunda daha büyük krizlere kapı aralayacağını görüyor, bundan dolayı Kıbrıs gibi, Ukrayna gibi, Hamas gibi, Teğmenler hadisesi gibi konularda ve daha birçok konuda tek bir söz söylemiyor, sessiz kalıyor. Fakat buna rağmen, konuşmuş gibi de yapmak için, bu yola başvuruyor. Bu şekilde deyim yerindeyse zevahiri kurtarmak istiyor.
Başarılı oluyor mu? Hiç kuşku yok ki, hayır. Hani denir ya, herkes her şeyi görüyor. Diğer tüm konularda olduğu gibi basın ve yayın alanında da iktidarın dibi gördüğü, çukurda debelendiği anlaşılıyor.
Bundan ötürü, çok fazla yorum yapılıyor. İktidarın kontrolü kaybettiği, gerek içte gerekse dışta denge siyasetinin sonuna geldiği, zorla ayakta kaldığı dile geliyor. Elbette, bu değerlendirmelerin hepsi de bir gerçekliğe işaret ediyor ve vaziyeti ortaya koyuyor. İşin özü, AKP-MHP iktidarı, sözün gerçek manasıyla, zor günlerden geçiyor. Eğer hala ayaktaysa, bunun yürütülen psikolojik- özel savaşla bağı tartışma götürmez. Ki, bu savaşta medyaya stratejik bir rol verildiği, adeta medya eliyle varlığını sürdüren bir iktidar gerçekliğine tanık olduğumuz aşikâr. Dikkat edilirse, devlet tümüyle bir özel savaş devletine dönüştürülmüş durumda. Aykırı tek bir sesin çıkmaması için her şey yapılıyor. Mesela! Bu baskılardan en fazla etkilenenlerden biri de gazetemiz Yeni Yaşam’dır. Son dönemlerde bu kadar yasaklama, toplatma kararının verilmesi, iktidarın yaşadığı zorlanma ile alakalıdır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; AKP-MHP iktidarı ya bu durumu doğru değerlendirip izlediği siyasetten geri duracak ya da hep söylediği üzere -ülke için değil ama- kendisi için ciddi bir beka gündemiyle yüz yüze gelecek. İçerde muhalefete dönük baskı ve zor siyasetinden geri adım atmadan dışarda işgal ve ilhaka dayalı hegemonik planları terk etmeden mevcut durumdan çıkış mümkün değildir.