Kadına yönelik şiddet ve katliamlarda sistemin kadın düşmanı politikalarının büyük bir rol oynadığını belirten erkekler, kadınlara yönelik şiddetin toplumsal yapıya sirayet eden derin bir sorun olduğunu vurguladı
Ortadoğu’da, özellikle İran, Kürdistan ve Türkiye’de kadınlar, yaşamın her alanında erkek şiddeti, tecavüz ve katliamlarla mücadele etmek zorunda bırakılıyor. Özgür iradelerinden mahrum bırakılarak baskı altına alınmak istenen kadınlar, şiddetin yanı sıra faillerin cezasız bırakılmasıyla daha da ağır bir adaletsizlikle karşı karşıya kalıyor. Ancak tüm bu karanlık tabloya rağmen kadınlar, “Jin, jiyan, azadî” felsefesi etrafında kenetlenerek dayanışma ve örgütlenme gücünü büyütüyor. Erkek egemen zihniyete karşı öz savunmayı öğrenen ve direnişlerini güçlendiren kadınlar, Ortadoğu’da özgürlük ve adalet için yeni bir umut ışığı yakıyor.
25 Kasım Kadına Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken, erkeklere uzatılan mikrofonla kadına yönelik şiddeti nasıl değerlendirdikleri ve buna karşı çözümün ne olacağı soruldu.
‘Kadın olmadan yaşamın olmayacağını almalılar’
Dengbêj Mihemed Yılmaz, “Bizler, ‘kadınlar, anneler hayattır’ diyoruz. Ama bizler kadına bu bakımdan değer vermiyoruz. Bir yerde kadın katledildiğinde kadınlar değil erkekler ayaklanmalı ve ‘Ayıptır, bizler nasıl kadın katlederiz’ diyebilmeliler. Kadın olmadan yaşamın olmayacağını anlamaları gerekiyor. Kadınların değerini bilmeliyiz ve kadınların katliamlarına karşı sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Eskiden Kürtlerin arasında feodalizm adı altında kadınlar katledilip, yok ediliyor ve zarar veriliyordu. Şimdilerde ise kadınlar din adı altında katlediliyor. Erkekler her şeyi kendine helal görürken kadınlara haram görüyorlar. Erkekler her şeyde özgür olup kadınlara yasak koyuyor. Bu yanlıştır. Bizim bilinçsiz bir halkımız var. İnsanlar nasıl yaşıyor, biz neden geride kalmışız? Çünkü bizler dini öne alıyoruz. ‘Şunu yaptı, bu namusa aykırıdır’ diyorlar. Namus sadece kadına özgü bir şey değil. İnsanın namusu; toprağı, ülkesi, değerleri, kültürü olmalı. Bunu görmüyorlar, kadını katlediyorlar. Kendine insanım diyen herkesin kadın haklarına sahip çıkması gerekiyor” ifadelerini kullandı.
‘Devlet yasalarını değiştirmeli’
“Türkiye’de cezasız kalan tek şey kadın katliamı” diyen Mihemed Yılmaz, bir çocuğun ekmek çaldığında bile 12 yıl ceza aldığını, insanların düşüncelerini söylediklerinde 15 20 yıl ceza aldıklarını hatırlatarak, “Ama biri bir kadını katlettiğinde cezasız kalıyor. Bu ülkenin adaleti adalet değil. Eğer sağlam bir adalet olsaydı, bir kadını katleden birinin bana göre cezaevinde ömür boyu kalması gerekirdi. Türkiye hukukuna göre bu cezasızlıklar onlara bir nevi hediye ediliyor. İlk olarak devlet yasalarını değiştirmeli. Kadınlar için var olan yasaları daha ön plana çıkarmalı. Halkın hepsi bu katliamlara birlikte ses olmalı. Herkes bu katliamlara ‘Artık yeter, kadınlar katledilirse yaşam devam edemez’ diyebilmeli. Kadınlar da erkekler de buna karşı durmalı ve bunu kabul etmediğini belirtmeli. Kadını katledenler de sonuna kadar cezaevinde kalmalı ki bir başka katliam yaratmasın” dedi.
‘Kadın yoksa erkekler de yok’
Eşit bir yaşam ile yaşanan ihlallerin ortadan kalkabileceğine dikkat çeken Naif Subaşı, “Kadınlar yoksa erkekler de yok. Erkekleri var eden kadınlardır. Bizlerin kadınlara hürmet göstermesi, değer vermesi gerekiyor. Erkek ve kadının karakterleri birbirine uymuyor ya da aralarında farklılıklar olabilir ama bu, katledilmeyi de şiddeti de gerektirmiyor. O noktada biz anlaşamıyoruz, o halde ayrılalım desinler” diye belirtti.
Naif Subaşı, “Ellerini yüzlerine koyup düşünsünler, bu cezayı verenler düşünsün. Bu, onların vicdanı ve inisiyatifi ile alakalı. Eşit yaşam, eşitlik, kardeşlik gelirse her şey yoluna girecek” dedi.
‘Erkeğin arkasında devlet var’
Renas T., devletin erkek olduğunu ve bu yüzden de erkeği koruduğunu, bu nedenle kadın katliamlarının ve şiddetinin bu kadar yaşandığını vurguladı. Renas T., “Evet, Türkiye’de fiziki şiddet diğer Avrupa ülkelerine nazaran fazladır ama orada da bir sömürü, bir kadın ezilmişliği var. Ama Türkiye özeline baktığımız zaman biraz daha temele inmemiz gerekiyor. Devlete inmemiz gerekiyor. Devlet tüm kurumlarıyla erkektir. Bu noktada kadını korumak yerine, kadını köleliğe mecbur bırakan bir zihniyeti ve sistemi vardır. Erkeğin arkasında devlet vardır. Devlet kendini koruduğu gibi erkeği de koruyor. Erkeğin korunduğu bir noktada gayet normaldir erkeğin suç işlemesi. Çünkü yargılanabilecek hiçbir noktası yoktur. Bu şekilde yaklaşması, bu şekilde şiddet uygulaması, eve mahkûm etmesi, plazanın üst katında kadını aşağı atması gibi şeyler onun için çekinebileceği ya da korkabileceği bir şey değil ki. Korunduğu noktada da her şeyi yapabilir” sözlerini kullandı.
‘Devlet kadın iradesinden korktuğu için müdahale ediyor’
Devletin kendisinin ve kurumlarının erkek olduğunu ve bu yüzden kendi cinsini korumak için her şeyi yapabildiğini ifade eden Renas T., “Bu noktada kadın öldürülüyor, şiddete maruz kalıyor. Bu noktada da öz savunma, hatta her şeyi geçtim öz örgütlülük gerçekleştiriyor. Devlet bunu bile bir tehlike olarak görüyor. Asla izin vermiyor. İki kadın yan yana gelsin, orada bir örgütlülük geliştirsin, devlet oraya hemen müdahale ediyor. Mesela Barış Anneleri yakın tarihte gözaltına alındı. Baktığımız zaman tülbentli, barışı isteyen annelerimizdir. Ama orada kadın iradesi, kadın örgütlenmesi olduğu için devlet hemen oraya müdahale ediyor. ‘Orada bulunamazsın, kendini orada var edemezsin’ diyor” diyen Renas T., kadın katliamlarına ve şiddete karşı kadınların örgütlenmesi gerektiğine işaret etti.
‘Kadınları korkutmak istiyorlar’
“Şiddet hiçbir zaman durmadı, durmayacak da” diyen Munzur Özdal, uygulanan cezasızlık politikasına vurgu yaparak, “Cezasızlık politikasının ilerisinde bir politika yürütüyorlar. Yürüttükleri politikada öldürülen kadınları, öldürülme anlarını, kesilmiş-koparılmış uzuvlarını sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar. Bunu yapma sebeplerinin birçoğu tamamen kadınlara ‘Sonunuz bu olacak, evlerinizde oturun, evlenip çocuklarınıza bakın’ mesajı vermektir. Kadınları dört duvar arasına kapatmak ve korkutmak istiyorlar. Bunun için kadınların hiçbir zaman karanlığa bürünmemesi lazım. Dört duvar içerisinde kalmaması lazım. Gerekirse el ele tutuşup hep beraber sokaklarda sesimizi duyurmamız lazım. Başka türlü devletten yana hiçbir ilerleme olmayacaktır” şeklinde konuştu.
Sistemin güç olarak gösterdiği şeyin ataerkillikten geldiğini söyleyen Munzur Özdal, “Bunu en çok kendinde barındıran devlettir. Ataerkil sistemin kadına karşı bir düşmanlığı var. Kendilerini tamamen bir ataerkil yapıda geliştiriyorlar. Bundan güç alan da genelde erkekler, failler oluyor. Açıkçası birbirinin sırtlarına dayanmış bir şekilde, ellerini kollarını sallayarak istedikleri şeyi yapıyorlar” ifadelerini kullandı.
Haber: Gülistan Gülmüş-Pelşin Çetinkaya \ JINNEWS