Ahmet Kaya’nın hayatını kaybetmesinin üzerinden 24 yıl geçti. Hayat arkadaşı Gülten Kaya, ‘Her şarkının içinde bir ya da birkaç hayat hikayesi var ve bunların hepsi de sokağa ve hayata ait, hiç yabancımız olmayan hikayeler. O bize yol gösterdi, dağlara hesap sorulamayacağını öğretti’ dedi
Bazı sanatçılar eserleriyle çağları aşar. Zamansız olur. Günlük yaşamımıza sızar. Onun ritimlerine, şarkılardaki hikayelerine eşlik ederiz, özeniriz, hayalimizde öyle sever, öyle dövüşür ve öyle olmak isteriz. İçimizdeki isyan duygusunu dürtükler, öfkemize tercüman olur. Bizi dağlara aşık eder; arka mahallelerde, kuytu köşelerde paylaşılan sırların anlamını anlatır. Helada unutulan silahı da, Şeyh Bedreddin’i de, vurulup düşen üç devrimciyi de, vallahi biz onu çok özledik dediği bir esareti de anlatır. O hepimizin şarkısını anlatmış ender bir sanatçı. Muzip, haylaz bir çocuk ve hep kalbinde bir adalet terazisiyle hepimizin hayatına dokunan bir deli yürek. Ahmet Kaya’dan bahsediyoruz kuşkusuz. O’nu en iyi şarkıları ve hayat arkadaşı anlatır. Ahmet Kaya, 16 Kasım 2000 yılında hayatını kaybetmesinin üzerinden 24 yıl geçti.
- İlk olarak sizin Ahmet beyle nasıl tanıştığınızı merak ediyorum. Nasıl başladı ikinizin yolculuğu?
1985 yılıydı… 12 Eylül’deki tutsaklık yıllarım bitmişti. Selda ve Sezer Bağcan kardeşlere ait bir ses kayıt stüdyosunda, yani müziğin mutfağında tanıştık Ahmet’le… Ben o stüdyoda çalışmaya başlamıştım. Selda ile Metris Askeri Cezaevi’nde başlayan özel bir dostluğum vardı. Ahmet de ilk albümünün kaydını orada yapmıştı, tesadüf işte. Bir İzmir konserinin afiş fotoğraf çekimi için Selda ile randevulaşmışlar. Ahmet geldiğinde kapıyı tesadüfen ben açtım. İlk karşılaşma anımız bu. Kapıda son derece yakışıklı ve özgüvenli bir genç adam duruyordu. Randevusu olduğunu söyleyince, O’nu yönlendirip kendi odama gittim. İşte o gün tanışmış/tanıştırılmış olduk. Arkadaşlığımız sürerken ailelerimizle tanıştık ve diğer ritüeller gerçekleşti. Yaklaşık 8 ay sonra da evlendik ve yola çıkmış olduk.
- Ahmet Kaya tıpkı şarkıları gibiydi. Mert, yürekli, hassas, muzip bir devrimci sanatçı, kökü tarihin derinliklerinden gelen seslerin ozanı… Siz O’nun sanatını ve bunu taşıma biçimini nasıl tanımlıyorsunuz?
Ahmet çok kimlikli bir insandı. Elbette sadece “insan” olarak bile kimse satırlara sığdırılamaz ama sorunuz karşısında ilk çağrışım kelimelerimi kullanabilirim. Vicdanlı, hakkaniyetli, yetenekli, zeki, esprili, yaratıcı, duygusal, fevri, çok güzel bakan, çok güzel seven, muhalif, üretken, devrimci. Besteci kimliği üzerinden söylemek gerekirse çok yetenekli ve çok üretkendi. Sokaktaki halleri üzerinden de inanılmaz vicdanlı ve paylaşımcı olduğunu söylemeliyim. Toplumsal kimliği bir muhalif olarak şekillenmişti ve bunun altında yatan tabi ki demokrasi ve hakkaniyet gibi kavramlardır. Haksızlığı asla tolere etmeyen, “öteki”nin haklarının yanında duran, “hak” kavramını çok iyi özümsemiş biriydi. Hiç abartmadan tanımlıyorum; eş ve baba halleri ise herkese nasip olsun isterim. Yetmez tabii; uğruna ömür geçirilesi bir yoldaş/heval O benim için.
- Pek bilinmez, Ahmet Kaya’nın pek çok şarkısında sizin imzanız var. Hangi şarkıları siz yazdınız, anlatır mısınız?
“Pek çok” demek abartılı olur. Evet “Ağladıkça”, “Korkarım”, “Ay Gidiyor” gibi bir kaç şarkı sözü yazdım diyelim. Bizim ailemizin asıl şairi abim Yusuf Hayaloğlu’dur.
- Ahmet Kaya’nın şarkılarının hepsi aynı zamanda birer hikaye gibi. Sizin için öne çıkan bir şarkının hikayesini anlatır mısınız? Örneğin “Biz üç kişiydik Nazlıcan, Bedirhan ve ben Suphi” veya başka bir şarkının hikayesi…
Doğru. Her şarkının içinde bir ya da bir kaç hayat hikayesi var ve bunların hepsi de sokağa ve hayata ait, hiç yabancımız olmayan hikayeler. Ahmet’in bir öfkesi vardı ve bu öfke sınıfsaldı, ulusaldı, kişiseldi. Alışılageldik durum, bu öfkelerin bilinen bazı yollarla infilakıdır ama O bundan azade bir yol bulmayı başardı ve bunu notaların içine girerek, O dili kurarak anlattı. Aslında, her birimizle sadece öfkeyle değil duyguyla, estetikle, müziğin diliyle bir ortaklık kurdu ve bizlere dokundu, değdi, O’nun şarkılarında buluşabildik. Adına ‘halk sevgisi’ dediğiniz şey, O’nun bize eşitlendiğimiz bir duygu dünyası sunmasıyla oluşuyor sanırım. O dünyadan bize havadisler verdi, hikayeler anlattı, zihnimize bazı portreler çizdi, yol gösterdi, dağlara hesap sorulamayacağını öğretti, yalnız ama mutlu olunabileceğini söyledi, uzak ama güzel gelecekler hayali kurdurdu, anneleri, kadınları kutsadığını gördük, ortak çocukluk serüvenlerimize baktık, kiraz ağaçlarına takılı kalan gömleklerimizi hatırladık, bizim de kitaplarımız alınmış ya da yakılmıştı, başımızın sistemle belaya girebileceğini, arka mahalle kavramını, yorgunluklarımızın anlamını ve daha birçok şeyi anlattı bize. Bu anlatılanların hepsinde vardık ya da bunlara tanıktık. O iyi bir anlatıcıydı ve sonunda da ulusal ve kültürel kimliğin değerini anlatıp gitti…
- Üretim sürecini merak ediyorum. Ne beslerdi Ahmet beyi ve sizi? Nasıl çıkıyordu bu şarkılar…
Alışılageldik normların dışında, içinden geldiği gibi yaşayan, düşünen, üreten ve konuşan bir insandı O.
Varoluşunu inandığı değerlere dayandıran ve kendisini böyle anlamlı kılan insanlar, yaşadıkları yeri ve içinden geçtikleri zamanı, toplumsal-tarihsel süreçleri iyi tanırlar. Sanatçıların tanıklığı bizlerinkinden farklıdır. Gerçek sanatçılar cesurdurlar ve hizaya girmek yerine, hizadan çıkarak, onları etkileyen her güzelliği de rahatsız eden her durumu da acıyı da bizlerle üretimleri üzerinden paylaşırlar. Ahmet Kaya bunu sahici, samimi ve cesurca paylaşanlardan biriydi. Yaşadığı döneme ve tarihe gözünü hiç kapamadan, hissederek, tanık olarak, acı çekerek, etkilenerek, tüm duyularını sonuna kadar açarak yaşadı ve üretti. İçinden geçtiği zamanı gördü, okudu, tanık oldu, etkilendi, anladı, anlattı. Hayatı seyretmez, taa içine dalar, sarsılır ve üretirdi.
- Herkesin bir Ahmet Kaya şarkısı mutlaka vardır. Yıllar geçse de hiç eskimeyen şarkılar. İkinizin bir şarkısı var mıydı? Ya da sizin Ahmet Kaya şarkınız hangisiydi?
Sanırım herkesin bir değil birden fazla şarkısı vardır. Şarkıların yaratılış süreçlerini birlikte yaşadığımız için hepsinde ortaktık zaten ama benim şarkımın adı; Ahmet Kaya.
- Ahmet Kaya, bir Kürtçe şarkı yapıp klibini çekeceğini söylediği için linç saldırısına uğradı, tutuklandı, sürgün edildi. Hepimizin aklına geliyor acaba şimdi bu dönemi görse ne derdi diye. O zamandan bu zamana ne değişti sizce? Mesela şimdi yaşasaydı sürgün veya hapiste değil miydi?
Bir halkın dilinin, kültürünün ve neredeyse varlığının yok sayılması üzerinden ezberlerini aşamamış, içlerindeki zehri akıtamamış cahillerin acıklı halleri halâ sürüyor maalesef. ‘Erk’ denen mekanizma ya da yalancı tarih yazıcılar değil, asıl gerçek sanatçılar kültürel alanda sayfa çevirirler oysa. Yarım yüzyıldan fazladır süren tüm bu kayıplar ve acıların altında yatan ‘yok sayma’ cehaletinin müsebbipleri en azından bir mahcubiyet duymalılar diye iyi niyetle düşünsek de aynı yerde, pause tuşuna basılmış gibi durduklarını görüyoruz. Ahmet, bugün sürgünde de olsa hapishanede de olsa, kimseye, hiçbir kültüre, inanca ya da kimliğe haksızlık etmeden, haklara, halklara ve hukuka sahip çıkarak, kimseye baş eğmeden, onurla ve o cesur dili kurarak devam ederdi, vazgeçmezdi. Çünkü O’nun yapıtaşlarının harcı demokratik kültürdü.
- Ev halini, günlük yaşamını merak ediyorum. Ne yemek severdi mesela, neye en çok üzülür ya da sevinirdi? Size ve çocuklara yaklaşımını, huylarını, hislerini, insana yaşamın içinde yaklaşımını merak ediyorum.
Sorunuz oldukça uzun bir cevap gerektiriyor ama hiç bir hayatı/ portreyi birkaç satırla anlatabilmek mümkün değil tabi. Tek tek ve kısa yanıtlar vermem gerekirse; kuru dolma, yaprak sarması ve acılı kuru fasulye sevdiği yemeklerdendi. Kendisinin değil ama her birimizin sağlığı konusunda ciddi kaygılar taşırdı. Savaş, kayıplar, haksızlıklar, çaresizlikler onu çok üzerdi. Besteler, eserler yaratabildiği zamanlarda çok huzurlu olurdu. Kızları ve evdeki hayvan dostlarıyla olmak, dostlarıyla barbekü yapıp masa sohbetlerine oturmak, elektronik oyunlar ve oyuncaklarla oynamayı (bilgisayarda strateji oyunları oynamayı, uçak simülasyonlarını çözebilmeyi, futbol oyunlarını) çok severdi. Doğada olmak çok iyi gelirdi ona. Son yıllarda abimin de etkisiyle ahşap yontuculuğuna merak sarmış, kendisine küçük bir atölye kurmuştu.
İnsan ve baba, eş ve sanatçı, cesur ve muhalif, hangi tanım ya da başlık altında bakarsam bakayım, Ahmet Kaya bu ülkeye fazla gelen şahane bir insandı. O’nunla geçirdiğimiz her anı çok özlüyoruz hepimiz. Sırtımızı bir dağa yaslamanın güvenini ve huzurunu, yaratıcılığını, mizahını, hayatı paylaşımını, yükümüzü omuzlayışını, her şeyini özlüyoruz…
- Bu soruyu biraz çekinerek soruyorum bağışlayın ama merak ediyorum. İçinizde uhde kalan bir şey oldu mu? Yarım kalan hayat şarkısının devamı nasıl olacaktı acaba sizce?
Ahmet’in kısacık zaman dilimine sığdırdığı eserleri “erken dönem” olarak nitelersek, olgunluk dönemine dair hayallerini, projelerini saymakta çok zorlanırım. Kendimizle, çocuklarımız ve özel hayatımızla ilgili tahayyüllerimizi bir yana bırakırsak (ki beni çok acıtıyor bu), sanatçı kimliği üzerinden gerçekleştirmeyi çok istediği projelerine de çok yanarım. En başında Kürtçe eserler yapmak, deyişleri ve klamları çok sesli orkestrasyona uyarlamak, sinema filmi yapmak (bir çok hikayeyi olgunlaştırmıştı zihninde). Hiç bitmeyen müzikal arayışları vardı ve O’na hiçbir şey yetmiyordu. Hep daha ötesine, bir sonrasına ulaşmak, hiç denenmemiş disiplinleri yan yana getirmek gibi kendi alanında hep devrimci, yenilikçi denemeler yapmak derdindeydi. Şöyle söyleyeyim, bütün enstrümanlar O’na yetersiz geliyordu. Çok sık kullandığı cümleyle söyleyecek olursam “Doğada mutlaka bir 8. nota vardır ve ben onu bulacağım” derdi.
- Son olarak onu seven milyonlara, halkına bir mesajınız var mı?
Sanatın, iyileştiren, bilinç taşıyan, algı büyüten, hayaller kurduran, ezber bozan, tamamlayan ve onaran bir gücü vardır. Sanatın ve birbirimizin ellerini hiç bırakmayalım.
Haber: Gülcan Dereli / Yeni Özgür Politika