Leyla Güven’in eylemi, ilk bakışta “pasif” direniştir.
Eylemin hedefi, görünüşe göre “tecridin” kaldırılması gibi “kısmi” bir talep.
Böyle olunca da, kimi insanlar, “seçim kampanyasının eşiğinde böyle bir kararın anlamını” kavramakta zorlanıyor.
O halde bu eylemin ve talebin anlamını anlatmaya çalışalım.
Önce “talepten” başlayalım:
“Öcalan’ın üstündeki tecridin kaldırılması” talebi, şu anda var olan rejime karşı öne sürülebilecek maksimum bir taleptir. Bir an için bu tecridin kaldırıldığını ve Öcalan’ın konuşmaya başladığını düşünün, olacakları anında görebilirsiniz.
Yalnız Kuzey’de değil, Doğu’da, Güney’de ve Rojava’da milyonlarca Kürt insanı o anda ve hep birlikte kulağını dört açar.
İmralı’dan yükselecek olan “Kürtlerin ulusal birliği” çağrısı, bu birliği dinamitleyen partileri bir anda etkisiz kılar ve dört parça Kürdistan’da Kürt ulusal birliği büyük bir hızla aşağıdan yukarıya inşa edilir.
Öcalan’ın Suriye devletine yapacağı, “Federal, demokratik Cumhuriyetler temelinde Suriye’nin, Irak’ın, İran’ın ve Türkiye’nin sınırlarının ve toprak bütünlüğünün korunması” çağrısı karşısında hiçbir sömürgeci kendi halkını bu çağrıya karşı savaşa ikna edemez.
Ve İmralı’dan yükselecek olan “Üçüncü Dünya Savaşı’nı haklı ve onurlu bir barış antlaşmasıyla sona erdirme” çağrısı ve bu barış için dört parça Kürdistan halklarının, onun partilerinin ve silahlı güçlerinin eşit haklılık temelinde her türlü özveriye hazır olduğuna dair vereceği teminat küresel güçlerin kirli çıkar ilişkilerini o anda gözler önüne serer.
Ve bütün bu hamleler Türkiye’deki Erdoğan rejiminin bütün taktik manevralarını o anda çıkmaza sokar, Öcalan’ı tecrit eden rejim dünya çapında tecrit edilir ve demokrasinin yolu açılır, üzerine ölü toprağı serpilmiş Türkiye halkı yolun ucundaki ışığı gördüğü anda, bütün Türkiye “Gezi” olur.
Bir tutsağa yönelik, “basit” gibi görünen “tecride son” talebi o nedenle çıtayı en yükseğe çıkartmak demektir.
Devrimci bir taleptir.
Leyla Güven’in eylemine gelince…
55 yaşında ve ciddi sağlık sorunları olan, üstelik en yüksek oyla seçilmiş ve halk iradesini zindanda temsil eden bir kadının, bu devrimci talep için hayatını ortaya koyması, en nasırlaşmış vicdanları harekete geçirmeye dönük biricik gerçek çağrı demektir.
Daha şimdiden, parlamentarizmin işe yaramaz koridorlarına hapsedilen Kürt yasal hareketi, Leyla Güven’in bu eylemiyle ve öne sürdüğü kimsenin itiraz dahi edemeyeceği talebin etkisiyle yep yeni bir atılımın eşiğine geldi. Vekiller, aktivistler kolları sıvadı. Tüm demokratik kamu oyu, Leyla Güven’in öncülüğünde dikta rejimine karşı meşruiyeti apaçık olan, faşist yasaları bile çiğnemeyen, bir eylem ve talep etrafında birleşmeye başladı.
Leyla Güven, herkesi düşündürecek ahlaki bir isyan halindedir. “Berberoğlu’nu bıraktınız, beni de bırakın” diyebilirdi, demedi. “Öcalan’ın üstündeki tecridin kaldırılacağına dair yanıt almadığım durumda, hayatımı hiçe sayacağım” dedi.
Bu ahlaki isyan, ülkenin bütün kadınları için ayağa kalkma çağrısı oldu. Ve kadın vekiller bu çağrıyla birlikte, TBMM salonlarını, rejimin izin verdiği parlamenter tartışmaların oyalanma mekanları olmaktan çıkardı, onu eylem alanı haline getirdi. Bu satırlar yazıldığında kadın vekiller TBMM’de açlık grevine yatmış olacak.
İşte ilk bakışta “alışılmış” bir “açlık grevi” gibi görünen ve işittiğimizde bir çoğumuza “basit” bir “talep” gibi gelen Leyla Güven’in hayatını ortaya koyarak Öcalan’ın üstündeki tecride karşı başlattığı bu eylem ve ileri sürdüğü talep, herkesin ortak geleceği ile ilgilidir.
Leyla Güven’in eylemini hep birlikte başarıya ulaştırdığımız gün, HDP Eşbaşkanları, Belediye Başkanları, on bine yakın HDP’li üye, zindandaki tüm demokratlar, bütün darbe mağdurları özgürlüğe doğru adım atacaklar. Yerel seçimler eşiğinde elde edilecek böyle bir başarı, Kayyımları silip süpürme iradesini yenilmez kılacak, asıl o zaman 132 belediyeyi kazanma hedefi gerçekçi bir hedef haline gelecek.
O nedenle diyoruz ki, “Leyla Güven’in eylemi eylemimiz, talebi talebimizdir.”
Kimimiz açlığa yatacak, kimimiz açlığa yatanların etrafında kitleleri birleştirecek, kimimiz bu büyük hamleyi, benim gibi yazılarıyla duyurmaya çalışacak, Avrupa’daki “kitlesel diplomasi” hareketi bütün bu çabaları dünya kamuoyuyla paylaşacak…
Sonunda benim küçük arkadaşım Quto, Sur’un yıkıntıları arasında bayram yapacak…