Osmanlı devletinden cumhuriyet modernitesine geçişte devlet aygıtları bazı ortak konularda fikir birliğine varmışlardı. Görünürde yeni bir rejim olan Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda sosyo – politik kültür içerisinde toplumu dikey olarak ikiye bölmüştü. Osmanlılarda Müslüman olmayan toplulukları tanımlayan hükmedilen millet (millet-i mahkume) anlayışı Cumhuriyet modernitesinde Türk – Müslüman – Sünni – Hanefi toplumunun dışında kalan kesimleri kapsamaktaydı. Yani Müslümanlık sözleşmesinden Türklük sözleşmesine geçilirken kendi “ötekisini” güncelleyerek kendine “düşman” yaratarak varlığına meşruiyet sağlamıştır. “Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarından günümüze kadar geçen süreçte; ordu, bürokrasi ve siyasal partiler arasında hala devam eden bir çok anlaşmazlık ve çatışma yaşandı. Bu çatışmalar ve iktidar kavgaları sonucunda, özellikle Türkiye Cumhuriyeti’in kurtuluşunun ardından, devlet kurumları üzerinde iktidar kurmayı başaran özneler, belirli konularda fikir birliğine vardılar. Gayrimüslümlerin vatandaşlıktan çıkarılması, vatandaşlıktan çıkarılmayan Gayrimüslümlerin ve Türkiye’de Müslüman olan herkesin Türk ulusunu oluşturmak amacıyla Türkleştirilmesi, devlet aygıtını ele geçirenlerin, üzerinde fikir birliğine vardı ve tartışma götürmeyen öncelikli konulardı.”(1)
Devletin kurucu kodları bu kodların yürütücüsü olan kurumları, bu kurumlarda görevli olan elitler yüzyıldır kendisine ait olarak kabul etmediği “ötekiye” karşı ittifak halinde oldular. Siyasi partilerin, anlayışların, grupların söylemleri, araçları dönemsel olarak farklılık gösterse de amaç hiçbir zaman değişmedi. Bu konuda resmi ideolojiyi aşamayan bütün oluşumların sürekli ittifak halinde oldukları tarihsel bir hakikat olarak ortada durmaktadır. Kendisi bir barış akademisyeni olan Barış Ünlü bu hakikati şöyle dile getirmektedir. “Devlet sembolik iktidarı ile neyin doğru neyin yanlış, neyin meşru neyin gayri meşru, neyin değerli neyin değersiz, neyin güzel neyin çirkin, neyin ahlaklı neyin ahlaksız olduğunu söyleme gücüne, bu söylediğini dayatma gücüne ve en önemlisi bu söylediğini benimsetme gücüne sahiptir.”(2)
Cumhuriyetin Osmanlı’dan devraldığı miras; Dersim raporları.
Etno-dinsel arındırma ve Türk-İslamlaştırmada bir pilot bölge: Dersim
Cumhuriyet modernitesi ile Osmanlı İmparatorluğu arasında söz konusu Alevilere yönelik bakış açısı olunca, keskin bir kopuşun olmadığını biliyoruz. İster Osmanlı İmparatorluğu olsun, isterse öncesi imparatorluklar, özellikle Selçuklular, Dersim’e ve Alevilere yönelik baskılar, seferler hiç eksik olmamıştır. Dersim bölgesi hikayelerinde Selçukluların bölgeyi işgal ederken; ak sakallı yaşlı Reya Heq Kürt Alevi pirlerinin fırınlara atılması, fırınlarda nur yüzlerinin, sakallarının nasıl buz tuttuğunu, yanmadıkları sıkça anlatılır. Bu olağanüstü anlatımlarda kesin olan şey; bölgenin sürekli baskı altına alındığı, Ocak evlatlarının katliama uğradığı, Reya Heq Kürt Alevi süreklerinin tarihsel hafızası olan pirlerine, inançlarına yönelik baskıların eksik olmadığının ifadesidir.
Cumhuriyet döneminde Dersim soykırımının nasıl olması gerektiği ile ilgili yıllara dayanan raporlaşma faaliyetlerinde Osmanlı devletinin eksiklerinden bahsedilmektedir. 1930’lu yılların ortalarına doğru yayımlandığı tahmin edilen Jandarma Genel Komutanlığı’nın “Dersim” konulu gizli rapor kitabında deniliyor ki; “Eğer Yavuz’un garazı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük.” (3) Bu söylemden hareketle şunu net olarak söyleyebiliriz: Dersim’e inancı ve etnik yapısından kaynaklı olarak sürekli akınlar olmuş ama kalıcı olunmamıştır. “Dersim’e sefer olur ama zafer olmaz” söylemi bu hakikatten dolayı söylenmiştir. Mehmet Bayrak’ın aynı eserinde bugün de gündemde olan barajlar konusu 1875 yılında Erzurum Müşiri Samih Paşa tarafından gündeme getirilen, akar sular üstünde “blok havuzlar” yapılarak Dersim’in kontrol altına alınması önerisi söz konusudur. Dersim coğrafyasına yapılan barajların yapılmasının gerekçeleri Osmanlılar döneminden itibaren belirlenmiştir. Bu yönüyle baraj projeleri Osmanlı’nın mirasıdır diyebiliriz.
Osmanlı dönemi raporlarında Dersim bölgesi Kürt-Kızılbaş olarak kabul edilmiştir. Özellikle Osmanlı kaynaklarında Kızılbaşlık Kürtlük ile özdeş tutulmuştur. “Bu özelliklerinden dolayıdır ki; geçmişteki yöresel politikalar bir yana, en az 200 yıldan bu yana Dersim’e dönük bir etno-dinsel arındırma ve Türk-İslamlaştırma politikası sürdürülmektedir.”(4) Bu arayış ve anlayış farklı söylem ve araçlarla aynı amaç doğrultusunda hala devam etmektedir. “Devlette devamlılık esastır” ilkesi “ötekilere” karşı baskı ve katliamın geçmişten geleceğe devredeceği anlamına geliyor.
1980 darbesinden sonra Dersim’de binlerce öğrencinin Kuran kurslarına gönderilmesi, günümüzde Cemevi ve Munzur Üniversitesi’nin bölgede Türk – İslam Aleviliğini inşa etme, Alevi Bektaşi Kültürü Cemevi Başkanlığı’nın çalışmaları Abdülhamid’in bölgeye yönelik çalışmalarının devamıdır. Abdülhamid Dersim bölgesine Reya Heq Kürt Alevileri asimile etmek için din adamlarını gönderir. Dersim – Koçgiri bölgesinde ilkokullar açar, çocukların Türkçe bilmediğini bildiklerinden dolayı Kürtçe bilen din adamları atanır. Birçok aşiret önderlerinin çocukları için Aşiret Mektepleri açılır, bu okullarda okuyanlar subay olarak orduda görev alırlar. Dersim’e yönelik doğasını, kültürünü, inancını, etnik değerlerini yok etme siyaseti Cumhuriyet modernitesinin ulus – devlet anlayışında daha sistemli, derinlikli bir şekilde, kültürel ve fiziki soykırım siyaseti ile devam etmiştir. Cumhuriyet modernitesi, Tedip harekatlarından raporlara Osmanlı’dan miras devralmıştır. Konuyla ilgili onlarca rapor mevcuttur. Biz sadece birkaçına değineceğiz.
Kör Yusuf Ziyaeddin Paşa, 3. Selim döneminde 1798 yılında vezir olarak Diyarbekir (Amed), Halep, Erzurum ve Çıldır valiliklerinde bulunmuş, peşinde Sadrazam olarak Serdar sıfatıyla Mısır seferine katılmış 2. Mahmud’un padişah olmasından sonra Erzurum valiliği ve Şark Seraskerliği (Doğu Bölgesi Ordu Komutanlığı) görevlerinde bulunmuştur. Osmanlı tarihinde uzun süre Kürdistan’da görev yapmış, Kürt – Kızılbaş Alevilerinin (Reya Heq Kürt Alevi) yoğun yaşadığı yerleşkelere seferler düzenlemiş, katliamlar yapmış olmasından dolayı üzerinde durulması gereken bir kişiliktir. Darendeli tarihçi Hasan İzzet Efendi’nin yazdığı “Ziyaname” adlı eserinde Kör Yusuf Paşa’nın Dersim bölgesinde yaptığı katliamları anlatmıştır. Bu eserde “Kızılbaş /Rafizi Kürt” kimliğine özellikle vurgu yapılır ve onlar “sapkınlık ve dinsizlikle, İslamı inkar etmekle, İslamın yasaklarına ve zina yapmakla” suçlanır.
“Söz konusu toplum, rafizilik ve sapkınlıkla tanınmış, hiyaneti hedeflemiş dinsiz sapıklar. Oruç ve namaz gibi İslamın esaslarını inkar eden, zina gibi İslamın yasaklarını mübah kabul ederler.” (5)
İmparatorluklara göre formel yapı olan Cumhuriyet ulus – devlet anlayışında söz konusu Kürtler ve Alevilerin cezalandırılması olunca bazı farklılıklar olsa da birçok yönüyle Osmanlı’nın devamı niteliğindedir. Askeri seferler, katliamlar, ateşlere atarak yakmalar benzer özelliklerdir.
Cumhuriyet’in ilanına giderken Kürtlere verilen sözler
Batıda gelişen uluslaşma süreci Osmanlı devletini oluşturan halklar tarafından kabul görmüştü. Osmanlı devleti bu gelişmeleri engellemek, kopuşları önlemek için baskıcı yöntemleri esas aldı. Bu yöntemlerle amacına ulaşamayınca bazı reformlar yoluna gitti. Meşrutiyet ve Tanzimat reformları da başarılı olmadı. İmparatorluk yavaş yavaş adeta taksitle dağılma ve yıkılma sürecine girdi.
Osmanlı İmparatorluğu dağılma sürecine girince, denetimi altında olan halklar imparatorluktan ayrıldılar. Böyle olunca dünya yeniden yapılanıyor, yeni ittifaklar oluşuyordu. Kürtler ise ortak vatanda eşit ve özgür yurttaş olarak yaşamaktan yana tercihte bulunmuştu. “Çünkü Türkiye’nin Kürdistan topraklarını ve Kürdistan toplumunu da kapsadığını ve cumhuriyet çatısı altında, eski Osmanlı çatısı gibi yerel yönetim hakkına sahip kimliksel bir özerklik çerçevesinde yaşanabileceğine inanmışlardır.” (6) Kimliksel özellikleri ile özerk yaşama sözü Koçgiri’den Dersim’e kadar Kürt Alevilerine de verilmişti. Bir ittifak oluşturulmuştu, cumhuriyetin kuruluşu için.
1919 – 1922 yıllarında bir “konsensüs” ilkesi esas alınarak Cumhuriyet’in ilanına gidilmiştir. Bu konsensüs ilkesi 1921 Anayasası ile hukuki bir forma kavuşmuştur. İslam ümmetçileri, Alevi ve Sünni Kürtler, Hacı Bektaş – ı Veli Dergahı Postnişini, yöresel savunma güçleri Cumhuriyete gidiş yolunda stratejik sorumluluk aldılar. Cumhuriyetin kurucu kadroları zaman içerisinde kendi uluslarını egemen ulus yapmaya başlayınca, kendilerini İttihat ve Terakki Cemiyeti’in devamcıları olarak kabul edince, farklılıklara karşı fiziki ve kültürel soykırım süreci başladı. Osmanlı’da Sünnilik, Cumhuriyet modernitesinde Müslüman – Türklük kodları esas alınmıştı. “Kürtlerin kendi egemenlik sahalarında, Mirlik statüsüyle (Alevi ve Ezdiler hariç) yüzyıllarca görece özgür yaşadıkları söylenebilir. Savaşa asker yolladıkları ve saraya vergilerini düzenli ödedikleri sürece, statü problemleri olmadı.” (7)
Mustafa Kemal’in cumhuriyetin ilanında önce yurt genelinde yapılan resmi toplantılar, anlaşmalar, yaptığı bazı konuşmalar, Kürtlerin bazı ileri gelenlerine gönderilen mektupların ortak teması, Kürtlerin Kürtlere muhtariyet ve özerklik verilmesine yönelikti. Alevi – Bektaşi süreklerine de inançlarını özgürce yaşayabilecekleri yasal zeminin oluşturulacağı sözüydü. “Kürtlere yerel özerklik ve muhtariyet hakkının tanınması çerçevesinde, 1921 Anayasası oluşturulmuştur. Sadece Kürtlere değil, aslında cumhuriyetin kapsadığı tüm etnik ve kültürel yapılara, ağırlık oluşturdukları bölgelerde kendi yerel yönetimlerini oluşturma ve kendi toplumsal sistemlerini geliştirme hakları bu anayasada tanımlanmıştır.”
Mustafa Kemal’in, Kürt ve Türklerin birlikte mücadele ederek zafer kazanıldıktan sonra, Türk ve Kürt konfederasyonunun kurulacağına dair verdiği sözleri barındıran en önemli belgelerden birisi de Amasya protokolüdür. 20-22 Ekim 1919 tarihli protokolde,”Türkler ve Kürtler birlikte mücadele etmelidir. Savaştan sonra, zafer kazanılınca, Kürtlere milli hakları verilecektir. Kürtlere gelişme serbestliği sağlanacaktır. Bu topraklarda Türk ve Kürt Konfederasyonu kurulacaktır.” (9) Söz konusu protokolün bazı bölümleri ulusal strateji açısından gizli tutulmuştur.
“Salih Paşa (Bahriye Nazırı) ile Amasya’da 20 Ekim ‘de başlayan görüşmelerimiz, 22 Ekimde sona erdi. Üç gün süren görüşmeler sonucunda ikişer sayı olmak üzere beş tane protokol düzenlendi. Bu beş protokolden üçünü Salih Paşa’ da kalanları biz, bizde kalanları Salih Paşa imzaladık. İki tane protokol, gizli sayılarak imza edilmedi.”(10) Söz konusu protokolde gizli tutulan belge Kürtlere özerklik verileceğini dair sözleşmenin bulunduğu kısım olduğu netleşmiştir.
Kürtlere özerklik verileceğine dair 10 Şubat 1922 tarihinde meclis görüşmelerinde karara bağlanmıştır. “Meclisteki bir gizli oturumda Kürtlere özerklik teklifi görüşülmüş, 64 ret oyuna karşı 373 evet oyuyla özerklik kabul edilmiştir.” (11) Aynı dönemlerde 1923 yılında Kozan görüşmeleri sırasında Bitlis Milletvekili Yusuf Ziya Bey ve Dersimli Hasan Hayri Bey bağımsız Kürdistan isteyen kesimlere karşı, özellikle İngilizlere karşı, ortak vatanda eşit ve özgür yaşanması gerektiği ile ilgili konuşmalar yapmaktadırlar. Daha sonraları ulus devlet anlayışının merkezileşmesi ile beraber bu iki etkili milletvekili idam edilmişlerdir. Bu Kürtlerin demokratik bir cumhuriyette farklılıkların birlikte yaşamasını isteyenlerin başına neler geleceğine dair ibret verici bir durumdur. Aynı sonuç Koçgiri’de Alişer Bey’e verilen sözler, karşılıklı mektuplar, kısa süreliğine de olsa ilan edilen özerklik, bunların hepsi süreç içerisinde boşa çıkarılarak Kürt liderler birer birer çeşitli yöntemlerle etkisiz hale getirilmiştir. Bu sözlerin unutulması ve sonuçları Kürtler ve Aleviler açısından ibret verici derslerle doludur. Dersim soykırımına gelmeden önce yaşananları bilmek, katliamı bilince çıkarmak açısında son derece önemlidir. Dersim’de yaşanılan sürecin bir isyan değil, Cumhuriyet modernitesinin planlı, programlı gerçekleştirilen bir toplum kırım olduğunu bilmemiz açısından öncesini, Kürt – Türk ilişkilerini bilmek gerekiyor. Resmi söylemleri boşa çıkarmak açısından 1919-1922 sürecinin belgelere dayanarak açıklamak, bu topraklarda yaşayan halklar için tarihi bir sorumluluktur.
Egemen ulus devlet ve ötekileri ezen uygulamalar çerçevesinde Dersim Katliamı
“Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin.” (12)
Yukarıdaki sözler ulus – devlet anlayışının hukuki temellerini oluşturan, 1924 Anayasasının çerçevesini belirleyen ideologlardan Mahmut Esat Bozkurt’a aittir. Eşit ve özgür bir şekilde yaşamaya yönelik temel hak ve hürriyetleri sınırlayan, Şeyh Sait direnişinin ortaya çıkmasıyla beraber adaletten yoksun olan İstiklal Mahkemelerini kurduran, Takrir – i Sükûn yasasını çıkaran, bu yasaya muhalefet eden vekillere muhalefet eden, hedef gösteren; Adliye Vekilliği ve İktisat Vekilliği yapmış, yeni ulus devlet anlayışının hukuk ve ekonomik temellerini oluşturmuş bir kişiden bahsediyoruz. “Devletin kendi koyduğu anayasal kanunları delip geçerek” özel yetkili “kanun ve mahkemeler kurma, bunu yaparken de hukuku siyaset için araçsallaştırması yane adaletsiz hukuk anlayışının Türk – Ulus devletinde kurumsallaşması Bozkurt öncülüğünde başlamıştır.” (13)
1924 Anayasası ile beraber, kuruluştaki ittifaklar, ortak ve demokratik yaşam ilkelerini esas alan, farklılıkların rızalıkla yaşama arzuları, istekleri tamamen yok edilmiştir. Cumhuriyetin merkezileşmesi ile beraber, egemen sınıflar kendi uluslarını egemen devlet yapmaları “ötekilerin” yok edilmesinin yolunu açmıştır. Bu durum aynı zamanda egemen sınıfların kendi uluslarını baskı altına alarak, demokratik teamüllerin önünü kesmek, başka uluslardan üstün oldukları duygusunu yerleştirmek, “ötekilere” karşı hazır kıta taaruza geçirmek, egemen millet olmaya ikna etmesidir. Necip Türk milleti kavramı tamda bu anlayışa denk gelmektedir. “Türkiye’de politik kültürün toplumsal yapıdaki eşitsizlikler üzerinden yeniden üretilmesi ile ortaya çıktı. Osmanlı toplum yapısındaki eşitsizliklerin Cumhuriyet’e tevarüs eden niteliği kendisini bir çok farklı alanda ve bağlamda, hem Tek Partili hem de Çok Partili dönemde gösterdi. Burada ayrıt edici husus Sünni Müslümanlıktan Müslüman Türk ‘e geçişsürecidir ki, bu husus, tarihsel ve toplumsal olarak dinsel eşitsizlikler üzerinden inşa edilmiş topluma, siyasal imkanlarla etnik eşitsizliği ekleyen sosyo – politik müdahaleyi beraberinde getirdi. Böylece toplumsal yapı yeniden eşitsizlikler üzerinden biçimlendirilmiş oldu.”(14)
Cumhuriyetin merkezileşmesi ile beraber egemen devlet haline geldi, bunun sonucu olarak yasama, yürütme, yarğı buna göre yeniden dizayn edildi. Tek millet, tek devlet, tek dil, tek din, tek kültür, tek bayrak, tek vatan şeklinde teklik üzerinde egemen ulus devlet anlayışı inşa edildi. Baskın Oran söz konusu eşitsizliği LAHASÜMÜT kısaltmasıyla ifade eder. “Laik, Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk niteliklerini tek bedende birleştirenlerin bu nitelikleri birleştiremeyenlere karşı toplumsal alanların hepsinde üstün ve seçkindir.” (15) Gelinen aşamada Kürtlere verilen sözlerin bir karşılığı kalmamış, birçok uluslararası antlaşma ve cumhuriyet yasaları ile varlıkları, kültürleri, tarihsel hafızalarını kabul edilmemiştir. Bu statüsüzlüğü kabul etmeyen, verilen sözlerin, yapılan antlaşmaların kararlarının uygulanmasını isteyen Kürtlere karşı 1921 yılında Koçgiri hareketi ile başlayan, 1925 Şeyh Sait ile devam eden ve 1938 Dersim katliamı ile sonuçlanan bir süreç başladı.
1925 yılında “Devletin stratejik gizli belgesi” olarak uygulamaya konulan Şark Islahat Planı’nda Dersim’in inanç ve etnik yapısına değinirken, bununla beraber bu tarihe kadar Dersim’de sonuç alıcı katliamların ve kültürel soykırım yapılmamasını bir eksiklik olarak görmektedir. Resmi ideolojinin “Dersimliler isyan etmişti, Cumhuriyete karşı geldiler, silahlandılar, devleti tanımadılar” şeklinde gerekçelerle katliama meşruiyet oluşturmalarının tarihsel bir dayanağı yoktur. Özellikle Cumhuriyetin tekçi ulus devlet anlayışı başından itibaren Dersim’de bir katliam yapmanın peşindeydi. Özellikle 1925 yılında yeni ulus devlet anlayışının merkezileşmesi ile birlikte, bu merkezileşmeye karşı çıkan Şeyh Sait ve arkadaşlarının isyanı sonrasında Takrir – i Sükûn ve Şark Islahat Planı çıkarılmış, bu plan çerçevesinde Dersim’e yönelik toplum kırım kararları alınmıştır. Dersim katliamı kararları Cumhuriyetin ilanı ile birlikte başlamıştır. Söz konusu planda “Dersimlilerin hala Kürtçe konuşmalarına ve Alevilikten dolayı Kürtlük iddiasında bulunmalarına rağmen, çoğunluğunun Türkçeyi bilmesi ve konuşa bilmesi önemli hususlardır. Özellikle şimdiye kadar Dersim’de kesin bir cezalandırmanın yapılmamış olması… bunlara güç vermiştir.. Öncelikle ve ivedilikle yatılı bölge okulları açılmak suretiyle Kürtlüğe karışmaktan bir an önce kurtarılmalıdır” deniliyor. (16) Cumhuriyet kurulmadan önce yurt genelinde yapılan toplantılarda Kürtler büyük destek vermiş, katılım sağlamış, hatta toplantıların güvenliğini üstlenmişlerdir.” Erzurum kongresine katılan heyetin Sivas’a sağlıklı ulaşması Kürtlerin yardımıyla olur. Yol boyunca heyetin güvenliğini Kürtler sağlar. (17) Kürtler Cumhuriyetin kuruluş yolunda güçlü destek verirken, kendilerini bekleyen süreç katliamlar oldu. Dersim de bu süreç jenosit (Soykırım) şeklinde gerçekleşti.
Cumhuriyetin yeni toplumsal modeline uymayan Dersim gerçekliği
Cumhuriyetin yeni toplumsal modeli tekçilik üzerine inşa edilen Ulus – devlet modeliydi. Dersim etnik ve inanç bakımından yeni modele uyumuyordu. Ayrıca kuruluş aşamasında ki, ittifak ilkesine kaynaklı verilen sözlerin yerine getirilmesini istiyor, bu isteğini birçok defa talep etmişti. Bu yönüyle Dersim, hem etnik olarak hem de inanç olarak tekçi anlayışa uyumuyordu. Bu sosyolojik gerçeklikten olayı resmi raporlarda “Çıban başı” olarak tanımlanmıştır. Ulusun Türkleştirilmesi için din, mezhep, inanç, etnik yapı, farklı kimlikler görmezden gelinmişti. Kürtlerin Cumhuriyetin demokrasi ile bütünleşmesini isteyen talepleri “şaki, iç düşman, çıban başı, bölücü, terörist, din düşmanı, kafir” gibi sıfatlarla itham edilmiş, hedef gösterilmiş, suçlanmış ve katliam için ortam hazırlanmıştır. Her ne pahasına olursa olsun bir ulus yaratılmalıydı. Cumhuriyetin demokrasi ile birleşmesini isteyen bütün “ötekiler” hizaya getirilmeliydi. Eğer ulus yoksa, onu yaratmayı, onu var etmek için her yolun “mübah” olduğu dayatılıyordu. (18) Bu dayatma Mustafa Kemal tarafından 1931 yılında yazılan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında şöyle dile getirilmiştir: “Ortak bir siyasal varlık(üniter devlet), ortak bir dil, ortak bir vatan, ortak bir ırk ve köken, tarihsel ve akrabalık bağları olarak” tanımlanmıştır. (19) Her ne kadar ki, din uluslaşmanın dışında tutulmuşsa da, modernleşme adına ulusun Türkleştirilmesi esas alınmıştır. Başka bir ifade ile İttihatçı anlayış Cumhuriyet dönemi kadrolarının da temel ilkeleridir. Söz konusu Kürtler ve Aleviler olunca Cumhuriyet rejimi ile Osmanlı devleti arasında düşünsel net bir kopuşun olmadığını görüyoruz. Özellikle Alevi – Bektaşi çalışmalarını yürüten, bu alanda raporlar yazan Baha Sait, Alevilik inancının öz-Türk inancı olduğunu söyleyerek, kendisinden sonra gelecek Cumhuriyet elitlerine yol açmıştır. Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet rejimi, her iki devlette Dersim meselesinin çözümünü etnik ve dinsel farklılıkların homojenize edilmesinde ve asimilasyonda bulmuştur. Kültürel ve fiziki soykırımların planlı bir şekilde yapılması daha çok ulus – devletler döneminde bir tarzı siyaset olarak gerçekleşmiştir.
Dersim, binlerce yıla dayanan Reya Heq Kürt Alevi inancının toplumsal yaşam formu olan ocak sistemi yapılanması etrafında var olmuştur. Ocak sistemi temelinde devlet dışı kalmış toplumların, bir üst akla ihtiyaç duymadan ikrar ve rızalık esasına göre, ahlaki ve politik bir şekilde kendi kendisini yönetmesidir. Her aşiret, her yerleşim birimi yada topluluk bir ocağa ikrar vermiş, ocağa bağlanmıştır. Ocak bileşenleri Mürşit, Pir, Rahper ve Talip topluluğundan oluşur. Ocak bileşenlerinin varlığı, birliği, dirliği birlikte komünal bir şekilde korunur. Başka bir ifade ile ocak sistemi, devletli topluma geçişte iktidarcı anlayışa karşı direnenlerin stargahıdır, toplumsal var oluşlarının örgütlenme modelidir. İktidara bulaşmamış toplumların veya devlete rağmen varlıklarını devam ettiren toplumların, klan, kabile, aşiretlerin özerk yönetim birimleridir. Bu modelde toplumun dünyevi ve manevi ihtiyaçları komünal bir şekilde karşılanır. Her talip bir ocağa bağlı, ocaklarda kendi aralarında “el ele el Hakka” ilkesini esas alarak, dikey bir örgütlenme modelinin yerine yatay örgütlenme modelini esas almışlardır. Demokrasi fikrinin kalanlardan başlayarak primatif şeklidir diye biliriz. Ocak sisteminin bu toplumsal modeli tekçi anlayış üzerinden kendini inşa eden Cumhuriyet modernitesinin ulus – devlet anlayışına uymuyordu. Birer özerk yönetim birimleri olan ocak sisteminin bir an önce parçalanması gerekiyordu. İmparatorluklar ve cumhuriyet döneminde Dersim’deki ocak sistemine yönelmeleri, dağıtmaları, Ocak pirlerinin ateşlerde yakılması, sürgüne gönderilmesi boşuna değildi!
Dersim’de ve diğer Alevi süreklerinde toplum kendi yaşamıyla ilgili kararları Cem erkanlarında tartışır, planlar, karar verir ve uygulanır. İktidara, üst akla, devlete, egemen anlayışa ihtiyaç duymayan bir yönetim tarzı mevcuttur. Komünün sorun giderme yöntemi esastır. Ocak sistemine çok kısaca değinmemizin nedeni cumhuriyet modernitesinin Dersim’de katliam yapmasının nedenini daha iyi anlamamız içindir. Dersim’in inancı, bu inancın toplumsal hafızası olan ocak örgütlenmesi yok edilirse bu inancı esas alan farklı yerleşkelerde ki toplumda yok edilecektir. Reya Heq – Hak Yol inancı mensupları İç Batı Toroslar başta olmak üzere, Dersim çevresindeki illerde bu inancı esas alanların da yok olacağı anlamına gelir. Dersim’de Kürtlük ve Reya Heq Kürt Alevi inancı yok edilmeliydi. Bu bakış açısı Hikmet – i Hükümetin resmi aklıdır, günümüzde de devam etmektedir. Bu resmi anlayışı Fevzi ÇAKMAK 1935 yılında hazırlamış olduğu jandarma raporlarında söyle dile: “Evvela koloni gibi dikkate alınması gereken Dersim meselesinin çözümü için Türk camiası içinde Kürtlük eritilmelidir. Öz Türk hukukuna tabii kılınmalıdır. Alevilikten faydalanarak Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalıştıklarını” bildirmektedir. Aslında Dersim’e yaşatılan soykırımın nedeni bu raporda net bir şekilde anlatılmıştır: “Kürtlük ve Alevilik yok edilmeli, bu bölgede yaşayan Kürt Aleviler kendi ocak sitemi ile değil, öz Türk hukukuna tabii kılınmalıdır” denilerek amaçlarını dile getirdiler. Kürtler ve Alevilik yeni Cumhuriyet rejiminin uçlular listesinde birinci sırada yer almaktaydı. “Kürtlük ve Alevilik Cumhuriyet rejimi ile beraber yaratılacak yeni ulus için en önemli engeli” oluşturmaktaydı. Bu iki engelin ortadan kaldırılması; tek millet, tek devlet, tek din, tek dil mefküresi için elzemdi. Bunun için köklü bir asimilasyon ve dönüştürme şarttı. Cumhuriyet kadroları ve ideologları hemen kolları sıvadılar. Öncelikle Kürtlere hayali bir soykütüğü hazırlandı. Dersim Kürtleri konusunda Alevilik kullanılarak Türk olduklarına dair propagandalar yapılmaya başlandı. Dersim halkının Türk, Orta Asya kökenli Turanî bir kavim ve Horasan menşeli oldukları yönünde yapılan propagandalar, bildirilere yansıdı. Nitekim 1937 Askeri operasyonundan önce bu mealde bildiriler Osmanlı harfleri ile basılarak uçaklarla bölgeye atıldı. Bu Türkleştirme hadisesi bölgede istenilen Özellikle bu tekçi kalıpların dışında Yukarıda anlatmaya çalıştığımız “resmi gerekçeler” göz önüne alındığında cumhuriyetin ilk yıllarında itibaren Dersim’e sefer planları vardır. Dersim’de bir isyanın olmadığını, halkın kıt kanaat imkanlarla kendilerini savunmaları söz konusu olduğu net olarak açığa çıkmaktadır. Konuyla ilgili resmi raporlar 1931 yılında Jandarma Umum Komutanlığı tarafından bir araya getirildi. “Jandarma Umum Komutanlığı tarafından derlenerek Dersim isimli bir kitapçıkta toplandı. Bu kitaplıktan, Cumhurbaşkanı ve Başvekil başta olmak üzere, yönetim kademesindeki insanlara dağıtılmak üzere “Gizli ve zata mahsuzdur” ibareli yüz adet basıldı.”(20)
1923 seçimleri öncesindeki seçimlerde Dersim’i altı mebus temsil ediyordu. 1923 seçimlerinde Dersim’i temsil eden mebusların iki tanesi Dersimli değildi; yani kayyum mebus atanmıştı. Dersimlilerin tanımadığı, rıza göstermediği mepuslar temsil ediyordu. Bu durum Dersimlilerin güvenini iyice sarsmıştı. 1926 yılında Koç Uşağı ve akrabaları olan Şemkan ve Reskan aşiretlerine yönelik tedip hareketi Dersimlilerin güvenini azalmıştı. 1937 harekatı 1926 yılından itibaren adım adım planlanan bir hareketti. “Yapılacak harekatın şekli ve sertlik derecesi de raporlarda açıkça ifade ediliyordu:…”Dersim okşanmakla kazanılmaz. Müsallah kuvvetin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder.” Dersim katliamının yol haritası çıkarılan çeşitli yasalarla resmi hale getiriliyordu. 1934 yılında 2510 sayılı İskan Yasası ile Dersim 4 nolu bölge adıyla yasak bölge ilan edildi. Yasak bölge ilan edilme anlayışı hala devam etmektedir. Her yıl bir çok bölge yasak bölge ilan edilmeye devam ediliyor. Bu yasaya göre Dersimli Kürtler zorla Türk köylerine mecburi iskana tabi tutuluyordu. Demografik yapı değişikliği söz konusudur. Bu uygulamalar hala devam etmektedir. Maraş – Terolar köyü Suriye’den getirilen şeriatçı örgütlere mekan tutuldu, ve daha birçok örnek. Bu yasa ile bölge bölge boşaltılarak yapılacak sefere hazırlık yapılıyordu. 1935 yılında İsmet İnönü yerinde incelemelerde bulunmak üzere Dersim’e seyahat eder. Bu gezideki gözlemlerini Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal’e sunar. İsmet Paşa’nın raporu harekat planının yol haritası olur. 25.12.1935 tarihinde Meclis’te Tunceli Vilayeti Teşkil Kanunu çıkarılır. 2 ocak 1936 yılında Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girer. 6 Ocak 1936 yılında Elazığ merkezli Dersim, Erzincan ve Bingöl’ü kapsayan Dördüncü Genel Müfettişlik kurulur. Başına da Vali ve Kumandan yetkileriyle Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanır. Benzer bir uygulama 1980 sonrası Korgeneral Kenan Güven Dersim’e Vali olarak atanmıştı.
Abdullah Alpdoğan ilk icraatını yol yapımına ayırdı. Sefer için rahat yol alınsın, sevkiyat rahat yapılsın diye Dersim’de yollar yapılmaya başlandı. Yüzlerce Dersimli çocuğun bu yol yapımında nasıl çalıştırıldığına dair çok hikayeyi Dersimliler bilir. “Yol Hiyayeleri”ni Dersimlilerin çoğu duymuştur. Pertek – Hozat bağlantısı için Singeç Köprüsü, Elazığ Ovası girişinde Gülüşükür Köprüsü… inşa edildi. Aynı yıllarda Dersim’de askeri kışlalar inşa edildi. Yine aynı dönemde Dersim ‘de stratejik merkezler bucak birimleri haline getirildi. Bu birimlerde karakollar yapıldı. 1936 yılında Dersim’de aşiretlerin silahlarını teslim etmeleri için bildiriler yayımlandı. Kayıtlarda suçlu olarak geçenler için, silahlarını teslim edenlerin cezalarının erteleneceği söyleniyordu. Silah teslim etme işi son derece stratejik bir karardı. Dersim harekatı sırasında halkın silahla karşılık vereceğinde korkuluyordu. Benzer bir uygulama 1980 sonrasında yapılmıştı. Bölgede yapılan karakol ve kışlalar halk tarafında kabul edilmedi, nelerin olacağını halk tahmin ediyordu. Dönem dönem bu karakollara taciz etekleri yapılıyordu.
Aşiretlerin Newroz günü yaptıkları eylemler
Dersim’de yapılacak bir katliamın ideolojik ve zor aygıtları ile alt yapısı oluşturulmuş, konuyla ilgili birçok yasal düzenleme meclisten kabul edilmişti. Halk Bölgede yapılan karakolların ne için yapıldığını biliyorlardı. Bu yapılanmaya asla rıza göstermediler. Demenan ve Hayderan aşiretleri, kendi bölgelerindeki daha inşaat halindeki karakollara taciz atışında bulunarak, baskınlar düzenlediler. Böylelikle 1937 katliamlarına giden sürecin ilk çatışma halleri de başlamış oldu.
1937 yılına gelindiğinde artık bölge birçok yönüyle ablukaya alınmış, askeri sorumlular belirlenmiş, yasalar çıkarılmış, yasak bölgeler belirlenmiş, halktan silahlar toplatılmış, kışlalar ve karakollar yapılmış, stratejik yerleşkeler bucak idari yapısına kavuşturulmuş, gerekli hazırlıklar tamamlanmıştı. Uluslararası bir sorun haline gelen Musul ve Hatay sorunundan dolayı, planlanandan önce yapılacak bir harekatın sorun yarata bileceği düşünülüyordu. Bir başarısızlığın önüne geçmek için en uygun zaman bekleniyordu. 1937 yılının 21 – 22 Mart geçmesi, bir Newroz günü Demenan ve Hayderan aşiretleri, Kahmut ve pah(pax) Nahiyeri arasında yapılan çelik halatlı asma köprüyü yıktılar. Telefon hatlarını da kestiler. Bu olaydan sonra güvenlik önlemleri arttırıldı, 6 uçaklık bir savaş uçağı filosu Elazığ ‘da dördüncü müfettişliğin emrine verildi. Daha sonrasında Sıdıka Avar, bu uçaklarla Dersim’i bombalayacaktır. 24 Mart günü Demenan, Yusufan, Hayderan, Kureyşan, aşiretleri Abasanlar liderliğindeki aşiretler Sin karakoluna baskın düzenlediler. 24 Nisan günü 1937 günü Sey Rıza’nın evinin bulunduğu mıntıka bombalandı. Sey Rıza’nın küçük oğlu Şah Hüseyin’in kolu koptu. Bütün bu olaylar olurken devlet yetkilileri bazı yasalar çıkararak, bir takım kararlar alarak uygulamaya koydular.
4 Mayıs 1937 tarihinde TBMM’de Bakanlar Kurulu “Dersim Tenkil Kararları” ismiyle özel bir kararname çıkarır. Bu kararname Dersim katliamının başlangıç tarihi olur. Böylelikle “Dersim’e yönelik başlanan” Sel Hareketi ” resmi bir zemine kavuşturulur. Artık Dersim meselesi devletin en önemli meselesi haline gelmişti.” 8 MAYIS 1937 yılında Genelkurmay, Bakanlar Kurulu’nun tenkil hareketine dair kararı Dördüncü Genel Müdettişliğe bildirir. Dersimlilerin çoğu köylerini boşaltır, mağaralara çekilir. Köy yakmaları, takip, baksınlar artmaya başlar. Harekat hakkında bilgi almak amacıyla Başbakan İsmet İnönü 18 Haziran’da özel bir trenle Dersim’e gider, hareketi yerinde inceler. Geri döndüğünde TBMM’ne bilgi verir ve 21 Haziran 1937 tarihinde Askeri harekete son hali verilir. Bir gün sonra her yönden saldırılar başlar. 16-17 Agustos gecesi Baxtiyar mıntıkasında, birdo bölgesinde çatışma çıkar, Sey Rıza’nın oğlu Sıx Hesen, eşi Bese Ana ve üç torunu bu çatışmada öldürülür. Artık hava saldırıları aralıksız devam etmekte, Tujik Dağı ve çevresi yoğun hava saldırısına uğrar. Mağaralara sığınanlara gaz sıkılır. Dönemin Milli Emniyetçilerinden olan İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’in Kemal KILIÇDAROĞLU’ na verdiği röportajda “ordu zehirli zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi” sözleri yaşananların devletin yetkilisinin ağzından itirafıdır. Türkiye o dönem bu zehirli gazları üretmiyordu. Bu zehirli gazlar faşişt Nazi Almanya’sında alınmıştı. Konuyla ilgili Cumhurbaşkanı Mustafa KEMAL tarafından imzalanan belge 2019 yılında bulundu. (22)
Sey Rıza 10 Eylül 1937 tarihinde Erzincan’da devletin elindedir. İlk sorgulanması Erzincan’da yapılır. 30 kişilik bir müfreze ile birlikte Elazığ’a gönderilir. 17 Ekim 1937 salı günü mahkeme başlar. Düzmece bir mahkeme kurulur “yargılama 17 Ekim 1937 salı günü başlar. 16, 18, 22, 25, 27, Ekim, 1, 3, 6, 14 Kasım’da duruşma devam eder ve son duruşmada Türk Ceza Yasasının 149/2. maddesine göre 11 idam cezası verilir 33 kişi hakkında ağır hapis cezası verilir ve 14 kişi beraat eder. İdam cezası verilenlerden 4 kişinin çok yaşlı olması nedeniyle cezaları 30’ar yıla çevrilir. Diğer sanıklarla birlikte Isparta, Edirne, Muğla ve Bolu cezaevlerine gönderilirler ve cezaevlerinde ölürler.
Sey Rıza’nın idamını gerçekleştirmek için Malatya Emniyet Müdürü olan İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL görevlendirilir. ÇAĞLAYANGİL mevcut yasaların tümünü çiğneyerek, bir savcıdan rapor aldırarak idamların infaz edilmesinin kararını 14 Kasım Cumartesi gününe aldırır. “15 Kasım’ı 16 Kasım’ a bağlayan bir Ramazan gecesi bir jeep Elazığ buğday meydanına telaşla ilerliyordu. Jeepin arka koltuğunda 3 kişi oturuyordu. Elazığ Emniyet Müdürü Serezli İbrahim, Emniyet Genel müdürlüğü görevlisi İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL ve Sey Rıza….. Buğday meydanında 7 idam sehpası vardı.” İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL Sey Rıza’nın idam edilme sürecinin başından sonuna kadar tanığıdır, anılarında anlatmaktadır. Sey Rıza’nın idam edilişinin son anlarını ve son sözlerini anılarında şöyle dile getiriyordu:
“Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. Evladı Kerbelayıh, bihatayıh, Ayıptır zulümdür… dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu, infazını yaptı…” (24)
Sey Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin 17 yaşında olduğu halde düzmece bir raporla, yaşı 21’e çıkarılır. Sey Rıza düzmece tanık ile ilgili olarak mahkemede şunları söyler: “Tanık büyük oğlumdan iki yaş küçüktür. Oğlumdan küçük biri yaşımı belirler ve yasa da bunu kabul ederse, benim itirazım olmaz.”
İdam edilenlerin birbirlerini görmemesi evrensel bir kuraldır. Ama Cumhuriyet modernitesinin yetkilileri idama gidecek birisinin son isteğini bile çok görürler. Oğlundan önce idam edilmesini isteyen Sey Rıza’nın bu isteği kabul edilmez. Sey Rıza’nın sön sözü: “Kırk liram ve saatim var. Oğluma veriniz.” Aldığı cevap; “oğlunu da asacağız!” Sey Rıza; “O zaman beni oğlumdan önce asınız!” İsteği kabul edilmeyen Sey Rıza’nın oğlu Resik Hüseyin babasının gözleri önünde asılır. Oğlu asılırken Sey Rıza seslenir; “Bizim alnımızda kara leke yok. Başını dik tut ciğeram. Varsın buğday meydanı, bugün bize Kerbela olsun” der. Nihayet sıra Sey Rıza’ya gelir.
“Seyit Rıza ‘yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. Evladı Kerbelayıh, bihatayıh, Ayıptır zulümdür… dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağıyla tekme vurdu, infazını yaptı… (24) Sey Rıza ile beraber, Sey Rıza ‘nın küçük oğlu Resik Hüseyin, Şeyhan Aşireti reisi Hasso Seydo, Yusufan aşiret Reisi Kamerağa Fındık, Demenan Aşiret Reisi Cebrail oğlu Hasan, Kureyşanlı Ulkiye oğlu Hasan ve Mirza Ali oğlu Ali idam edildiler.
Bütün bu yaşananların sanığı, tanığı, mahkumu olan Sey Rıza, tekçilik üzerine kurulan Cumhuriyet modernitesine tarihi ders niteliğinde olan, yaşananları özetleyen, kendisinden sonra gelen yol evlatlarına delîl olacak, vasiyet niteliğinde şu sözleri söyleyerek Hak ile Hak olur.
“Ben sizin yalan ve hilelrinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama bende sizin önünüzde diz çökmedim bu da size ders olsun.”
Zaman sahipsiz, mekan rızasız, mazlum çaresiz değildir.
Kaynaklar
1- Toplum ve Kuram Dergisi, Sayı 6-7, s, 29
2-Barış ÜNLÜ, Türklük Sözleşmesi. Dip not. Yay. 1.Bas. S. 197
3-Mehmet BAYRAK, Bir siyaset Tarzı Olarak Alevi Katliamları öz-ge yay. S, 222
4-M.BAYRAK, a. g. e. S, 223
5-M.BAYRAL, Kürdoloji Belgeleri 2 özge yay, s, 518
6- Nesimi ADAY, Demokratik Modernite Dergisi sayı 42. S. 39
7-Zilar BİLMEZ, a. g. Dergi sayı 26
8- Faik Reşit UNAT, a. g. DERGİ, SAYI 26
9- Faik Reşit UNAT Tarih vesikaları Dergisi. S, 18. Aktaran Erdal YILDIRIM, Gölgeden Şafağa Koçgiri Kitabı.
10(, a. g. e.. S, 209
11- Robert OLSON,, Kürt Milliyetçiliğinin kaynakları ve Şeyh Sait İsyanı
12-Mahmut Esat Bozkurt, Hakimiyeti Milliye Gazetesi 19 Eylül 1930
13- Toplum ve Kuram Dergisi. Sayı 6-7. S, 36
14- Polat S. ALPMAN, Toplum ve Kuram Der.. S, 11, sayfa, 22-23
15- Baskın ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, iletişim yay.
16-Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal Demokratik Mücadele
17 – Ömer AĞIN, Kürtler Kemalizm ve TKP. VS. 2006
18 – Zeynel KETE, Zülfikar Dergisi sayı 6-7
19-Nur Betül ÇELİK, Kemalizm, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce 3.cilt, İletişim yay. Sayfa 75-95
20-Jandarma Genel Komutanlığı Raporları, Aktaran Mahmut AKYÜREKLİ., Dersim Kürt Dedibi. Tarih Kültürü Yay. S, 84
21-a.g.e. S, 184
22- Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi. Karar 2/7208. 7/8/1937
23- a. g. e, s, 11
24- Güneş Gazetesi 19.08.1989 İhsan Sabri ÇAĞLAYANGİL’İN Anıları. Aktaran, M. BAYRAK, Dersim – Koçgiri kitabı özge yay, s, 190
*Bu yazı Zülfikar dergisinin Mayıs-Haziran-Temmuz 2024 sayısında yayınlanmıştır.