Raa/Reya Heqi-Alevi hakikat bilgisi, temel olarak kozmogoni çözümlemesi üzerine kuruludur. Kâinat, varlığın her hal ve formu, onun rıza ve ikrar üzerinden gerçekleşen oluşlar süreçleri, ilk özün kendisinden zuhur edip zahir olmasıyla tecelli etmiştir. Aynı özün bin bir donda görünen halleri arasında rıza hali, ikrar ve sevgi bağı vardır. Bu hakikat bireysel ve toplumsal yaşamda da karşılık bulmak zorundadır.
Hakk hakikatı olarak bilince çıkarılan bu varoluş ve işleyiş biçimi; bu hakikatı göremeyen, bu hakikatle buluşamayan, insan donunda görünmekle beraber insan makamına eremeyen mahlukatlar tarafından çiğnenmiş ve çiğnenmektedir. Onların zihniyet ve fiilleri insanlığı ve tüm varlığı, cümlesinin annesi ve cenneti olan dünyayı zulüm sarmalına mahkûm etmiştir.
Her renkten, her dilden hakikat arayışçıları, aşk ve hakikat ehli ise dünyanın dört bir yanında çeraxlar uyandırarak ışık ve rehber olma mücadelesi içinde olmuşlardır ve bugün de aynı gayret içindedirler. Rızasız yol ise örgütlü kötülükler biçiminde tecelli etmekte; talan, yıkım ve ölümleri derinleştirmektedir. Bu durum, tahakküm ve gasp üzerine kurulu olan rızasız yolun muktedirleri açısından bir var oluş biçimidir, vazgeçilemezdir.
Toplumsal barış; varlıkla simbiyotik ilişkilenme biçimi, hangi dilden ve nasıl kavramlaştırılırsa kavramlaştırılsın rıza hali ve ikrar ilişkilenmesiyle mümkündür. Bu bağlamda toplumsal barış; kolektif yararı, cümle insanlığı, varlıkla simbiyotik bir ilişkilenme biçimini esas alan bir zihniyet ve yaşamdaki karşılığıyla mümkün olabilecektir.
Toplumsal barış manasını güncel gelişmeler bağlamında Anadolu ve Kürt coğrafyası, halkları özelinde ele alırsak, muktedirler cephesinde o çok ihtiyaç duyduğumuz barışa, barış umuduna ve bir zihniyet dönüşümüne, somut adımlarına dair bir gelişmeye tanıklık ediyor muyuz? Veya muktedirler toplumsal barışa müsaade ederler mi ve hali hazırdaki toplumsal mücadele düzeyi gerekli adımlar için ne kadar zorlayıcı olabilmektedir?
Tarihsel arka planına girmeden, sadece 12 Eylül cuntasından bu yana yaşanan süreçlere baktığımızda; örgütsüz ve militarize edilmiş, hep daha da derinleştirilen bir yoksulluğa mahkum edilmekte olan toplum ve alabildiğine daraltılıp nefessiz bırakılan devrimci-demokratik muhalefet gerçeğini görmekteyiz. Aynı süreçte, demokratik Kürt muhalefetinin ortak vatanda demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü bir yaşam paradigması ve motivasyonuyla yürüttüğü ve yoğun bir şiddetle karşılık verilen mücadelesi ise kendi mecrasında direnişini sürdürüp geldi.
İktidar kanadından, bölgesel ve küresel gelişmeler gerekçe gösterilerek ve “iç cepheyi tahkim” bağlamında, kimi çevrelerce toplumsal barış, kimilerince ise Kürt halkına biat ve teslimiyet çağrısı olarak değerlendirilen bir çağrı yapıldı. Bu çağrı, özellikle Kürt halkı tarafından, on yılları kapsayan ve ağır bedeller üzerinden yürütülen süreçlerin demokratikleşme temelli toplumsal kazanımlar ve barışla sonuçlanması anlamında temkinli bir beklentiyle karşılandı.
Kürt halkı ve Türkiye demokratik muhalefeti iyimser olmak ve olası bir sürecin halklarımızın kolektif demokratik kazanımlarıyla sonuçlanmasını isterken ve buna uygun politika ve söylemler geliştirirken, kayyum politikaları ve kitlesel tutuklama furyalarıyla karşı karşıya kaldılar.
Gerek Türkiye halklarının, emekçilerinin ve tüm ötekileştirilenlerinin, gerekse Kürt halkının toplumsal hak mücadelesini kriminalize ederek kendi var oluş zeminini güçlendirmeyi esas alan Türkiye muktedirleri toplumsal barışa asla gönüllü olmayacaklardır. Çünkü vurgulandığı üzere ayrıştırma, karşıtlaştırma, çatıştırma, bir bütün olarak düşürme ve çürütme tahakküm ve sömürü için olmazsa olmazlarıdır.
Oysa toplumsal barış; halklarımızın, ezilen cins ve geniş toplumsal kesimlerin ihtiyacıdır ve rızalaşma temelli demokratikleşmeyle, demokratik toplumla mümkün olabilecektir. Demokratik toplum ise açlık sınırı altında bir asgari ücrete, yaşam alanlarının ekolojik yıkım pahasına talanına, kadın, çocuk ve iş cinayetlerine, sahillerin, koyların, ve değerli arazilerin gaspına, nehirlerin, çayların, derelerin barajlarla; yaylaların, ormanların, tarım arazilerinin vahşi madencilikle katline, kamusal hizmetlerin ticarileştirilmesine razı olmayacak, boyun eğdirilemeyecektir.
Demokratikleşme ve toplumsal barış için mücadele, demokratik toplumun inşası mazlumlar cenahının kolektif bir ihtiyacıdır. Kürt meselesinde hak temelli bir barış ise demokratikleşme yolunda önemli mesafelerin kat edilmesi anlamına gelecektir. Muktedirlerin Kürt halk gerçeğiyle tahakküm ilişkilerinin güncellenmesi, iç cepheyi kendi ihtiyaçları üzerinden tahkim etme yaklaşımları olabilir fakat halklarımızın, ezilenlerin ve tüm ötekileştirilenlerin demokratikleşme bağlamında toplumsal barışa, özgürleşme ve eşitleşmeye ihtiyacı vardır.
Evet, barış ve demokratikleşme kolektif bir ihtiyaç ve sorumluluktur fakat yüz yıllarca ötekinin ötekisi kılınan Alevi halklar açısından barış ve demokratikleşme çok daha acil ve yakıcı bir gündemdir. Bu manada tüm sürekleriyle Aleviler ve Alevi kurumları ikircikli bir tutuma düşmemeli, barış ve demokratikleşme mücadelesinin öncü gücü ve bileşenlerinden biri olmalıdır. Böyle bir sorumluluk hem yolumuzun, hem de toplumsal varoluş mücadelemizin gereğidir.
Aşk ile…