Narin 21Ağustos’ta Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi Tavşantepe köyünde katledildi. Cesedi 19 gün sonra bulundu. Bu süreçte tüm deliller yok edildi veya karartıldı. 7 Kasım’da görülmeye başlayan duruşmasında da gerçekler bir kez daha gizlendi. Duruşmada Güran ailesinin tüm sanıkları çelişkili ifadelerini ‘işkence’ altında verdiklerini iddia ettiler. Bu iddia henüz İçişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmadıysa da katil ya da katillerin bu iddia ile ifadelerindeki çelişkileri düzeltmeye çalıştıkları sanırım tüm kamuoyunun malumudur. Belli ki birileri ilk ifadedeki çelişkilerin giderilmesi için böyle bir akıl vermiş.
Mahkeme Başkanı ise davaya yoğun bir ilgi olduğunu bildiğinden duruşma salonunu kendisi için bir gösteri alanına dönüştürmüş gibi. Mahkemenin gerçek katilleri ve katliamın arkasındaki gerçekleri açığa çıkaracak iradesinin olmadığını düşünüyorum. Yargı bağımsızlığının ortadan kalkmış olması ile iktidar ve ortaklarının çıkarlarını gözeten kararlar ve uygulamalar böyle düşünmeme yol açmış da olabilir. Umarım ben yanılırım.
Türkiye’de yargıya güvenmemek için çok nedenlerimiz var. Türkiye toplumunun neredeyse %80’i Türkiye’de adalet olmadığını, yargıya güvenmediğini söylüyor. Bu kadar siyasallaşan bir yargı karşısında sadece politik davalar değil, bütün ceza ve hukuk davaları, hatta iş mahkemelerinin kararları da tartışmalıdır. Güçlüyü, erkeği, zengini koruyan, iktidarın çıkarlarına göre karar veren yargı, adaletin değil adaletsizliğin mekanizmasıdır. Hakimler verecekleri kararlar ile bu adaletsizliği giderebilir. Narin için adalet talep edenler olarak bizlerin mahkemeden böyle bir karar beklentimiz olduğunun altını çizmek gerekir.
7 Kasım’da başlayan duruşmada dikkat çeken birkaç noktayı sizlerle paylaşmak isterim. Bunlardan birisi hiç kimsenin sorumluluk üstlenmeyerek, suçu başkasına yükleme çabasıdır. Gerçek şu ki Narin bir kişi tarafından katledilmiş olsa da- ki bu kişi hala muğlaktır- esas olan Narin’e karşı kollektif bir suç işlendiği gerçeğidir. Bir köy sessizliği seçerek bu suça ortak olmuştur. Devlet, suçluların açığa çıkarılmasında önemli olan delilleri zamanında toplamadığı ve delillerin karartılmasına yol açtığı için suça ortak olmuştur. Şimdi cevabı aranan soru şudur: Devlet neden katil veya katilleri korumuştur ve hala korumaktadır?
Güran ailesi suçu Nevzat Bahtiyar’a yıkmak için uğraşırken, Nevzat Bahtiyar amca Salim Güran’ı suçlayarak, kendisinin silah zoruyla suça ortak edildiğini iddia etmektedir. Narin’in cansız bedenini nasıl sakladığını anlatırken ki duygusuzluğu insanı dehşete düşürüyor.
Dikkat çeken konulardan biri, Güran ailesinin arkasında devlet desteğinin olduğunu, bakanların köylerine gelerek toplantılar yaptığını ifade ederek AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun itiraf ettiği gibi AKP ile Güran ailesi arasında sürekli bir ilişki olduğunun ifade edilmesidir. Bu ilişki nedeniyle olsa gerek; paraya, güce, silaha sahip olan Güran ailesi Nevzat Bahtiyar’a “sen kim oluyorsun ki” diyerek N. Bahtiyar’ı aşağılayabilmektedir. Salim Güran’ın kendilerini ekonomik ve siyasi güç olarak görüp, 30 yıllık arkadaşı olduğu söylenen N. Bahtiyar’ı küçümseyip, aradaki eşitsizliği vurgulaması da tutanaklara geçmiş oldu. Böylelikle sınıfsal bir yaklaşım da açığa çıkmaktadır. İnsan “acaba bu 30 yılda başka suç ortaklıkları da var mıydı”, diye düşünmeden edemiyor.
Diğer bir konu; erkek egemen anlayışların iktidarın cinsiyetçi politikalarının bir yansıması olarak anne Yüksel Güran’ın amca ile ilişkisi olduğu iddia edilerek, kadınlık kimliği aşağılanmakta, katliam meşrulaştırmaya çalışılmaktadır. Narin’in katledildiği ilk günden beri özellikle Türkiye medyasında tartışma biçimiyle Narin’in yaşam hakkının ihlal edilmesinden çok, katliamı meşrulaştıran, “Narin ne gördü de öldürüldü” denilerek var olduğu iddia edilen “yasak aşk” tartışılmıştır. Mahkeme salonunda da Yüksel Güran kızının katillerini söylemek, gerçeği açığa çıkartmak yerine “namusuna” söz söylenmesine isyan etmiştir. Bir anne kızının katillerini aramak yerine kendisine iftira atıldığını, vicdansızlık yapıldığını söyleyerek konunun odak noktasını gerçeklerden, gerçek katillerden uzaklaştırmaktadır. Bu davanın böylesine magazinleştirilmesi esasta neyi gizlemektedir?
Mahkemenin katilleri ve katillerin arkasında gizlendiği siyasi güç ilişkilerini açığa çıkarmak konusunda hiçbir girişimi olmamıştır. Sorulmayan pek çok soru vardır.
O köye bakanlar neden sık sık gitmiş ve bu toplantılarda neler konuşulmuştur? Gizli bir cemaat toplantısının yapıldığı ifade edilse de bu toplantılar ne sıklıkta yapılmıştır? Bu toplantıya kimler katılmıştır? Köyde silahların bulunduğu kamuoyuna yansımışsa da bu silahlar hangi amaçla köyde bulundurulmaktadır? Tanık abi Baran ifadesinde “eğer annemle amcam arasında bir ilişki olsaydı, Enes kafalarına sıkardı” derken silahın günlük yaşamlarının bir parçası olduğu gerçeğini itiraf etmiştir. Ancak mahkeme bu silahı nerede bulacağını sorma gereği bile duymamıştır. Yine o köyde Narin’den önce de kız çocuklarının öldürüldüğüne dair kamuoyuna yansıyan bilgiler sorulmamıştır. Katil ve katillerin gizlenmesinin arkasında siyasi bir güç olup olmadığı, Hizbullah’ın veya iktidarın gücünü kullanarak suç işlenip işlenmediği, köyde var olduğu iddia edilen silahların herhangi bir suçta kullanılıp kullanılmadığı sorulmamıştır. Bu sorular sorulmadan, cevaplar alınmadan hakikat açığa çıkarılamaz.
Narin için adalet istiyoruz. Bir daha çocuklar katledilmesin, evlerde, sokaklarda güvenle oynayabilsinler. Narin başta olmak üzere çocukları katleden, çocuklara tecavüz eden, bebekleri ölüme gönderen bir zihniyet yapısı erkek egemenliğinden güç almaktadır. Narin’in yaşam hakkını elinden alanlar aynı zamanda dinci, cinsiyetçi, milliyetçi erkek egemen anlayış ve zihniyetin temsilcileridir. Erkek egemenliği kadınlara yaşam hakkı tanımadığı gibi daha anne karnındayken kız çocuklarına kadın ve erkeğin eşit olmadığı, kadının erkeğin kölesi olduğu ve köle olmaktan başka yaşam alanı olmadığı fikrini her türlü zor ve baskı yöntemiyle topluma dayatmaktadır. Türkiye’de çocuklara yönelik; şiddet, cinsel istismar, emeğin sömürüsü, yoksulluk, savaş ve çatışma nedeniyle zorunlu göçe tabi tutulma, sokakta yaşama zorunluluğu, aile içi şiddet ve toplumdaki şiddetin çocuklar üzerinde yarattığı olumsuz etki ve benzeri birçok sorun yaşanmaktadır. Çocukları birey olarak görmeyen ve çocuklar üzerinde ataerkil bir hiyerarşi ve baskı kuran aile yapısı, toplum yapısı çocuk haklarını yok saymakta ve görmezden gelmektedir. Bu konuda bazı çalışmalar yapılsa da çocukların yaşam hakkının ve güvenli bir ortamda yaşam olanaklarının sağlanmaması ve bu konuda etkili politikaların uygulanmaması ciddi bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Çocuklar için özgür, güven içinde bir yaşam için, önce erkek egemenliğini ve erkek egemen kapitalist zihniyeti aşmak için mücadele edelim.