AKP döneminin üçüncü dönem kayyım pratiğiyle halkın iradesini yok saydığı ve halkın kazanımlarını yağmaladığı süreç Hakkari’de başladı. Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti ile sürdü. Cumhuriyet döneminden bu yana Kürtlerin yönetme hakkını elinden alan uygulamalar; devlet aklı ve hükümetler açısından ayrı amaçlara hizmet ediyordu. Devlet aklı için Kürt halkının kendi kendini yönetme iradesini yok saymak iken hükümetler için ise kendi iktidarlarını sürdürmek ve sandık yoluyla halktan alamadığı meşruiyeti devletin zor ve şiddet tekelini kullanarak almaya çalışmak oldu. Kendi bekasını devletin bekası ile bir gören AKP iktidarında ise kayyımlar her iki amaca birden hizmet etmektedir. AKP, kayyımlarla hem Kürt halkının kendi kendini yönetme iradesini yok saymakta hem de halktan sandıkla alamadığı meşruiyeti zor ve şiddet aygıtını kullanarak ve halkın kazanımlarını yandaşlarına peşkeş çekerek yağmalamaktadır.
AKP’nin üçüncü kayyım dönemine yeterli olmasa da ülkenin çeşitli kesimlerinden, siyasi partilerinden itirazlar yükseldi. Kayyım atanan kentler olan Mardin, Batman, Esenyurt ve Halfeti’de kolluğun açıktan şiddetine rağmen halk iradesine sahip çıkmaktan geri adım atmıyor. AKP’nin halkın iradesine çökme gerekçesi olan ‘soruşturmalar’ toplumu tatmin etmiyor. Toplum ‘terör’ yalanlarına artık kanmıyor. Aksine terörizm faaliyetleri kayyım pratiklerinde görmekteyiz. Halka ait olana cebir ve şiddet yoluyla el koymayı ifade eden kayyım faaliyeti, terörizm değil de nedir?
Erdoğan gerçekleri ters yüz etmekte pek mahirdir. Algılarla ve gerçek dışı söylemlerle toplumu yönetmekte başarılıdır. Üçüncü kayyım dönemine kamuoyunun tepkisi yükselince tepkileri önce kelime oyunu ile bastırmak istedi. AKP Grup Başkanı Abdullah Güler, kayyımlar için, “Sizler ‘kayyım’ diyorsunuz ama hukuki tarifi böyle demiyor. Geçici bir süre için görevlendirmeler yapılmıştır. Soruşturma ve kovuşturma noktasında ilgili belediye başkanları hakkında görev yaptıkları şehrin Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütüldüğünü biliyoruz” açıklamasıyla hem kayyım gerçekliğini ‘geçici görevlendirme’ kelimesiyle üstünü örtmek istemiş hem de sanki kayyım görevlendirmelerini Cumhuriyet Başsavcılıkları yapmış algısını yaratarak gerçekleri çarpıtmak istemiştir.
Erdoğan da aynı çarpıtmayı yapmıştır. ‘Seçim kampanyasında bir şey söylemiştik. Dedik ki; “Kesinlikle hak eden makama oturur ama hak etmeyen, makamını suiistimal eden, kesinlikle bedelini öder. Yargı, başsavcı ve savcılar bu konuda çok ciddi bir dirayet ortaya koyuyorlar. Ben bu dirayetleri sebebiyle yargıyı tebrik ediyorum.” Bu açıklamayla hem seçim sürecinde kazanamadığı takdirde kayyım atayacağını itiraf ediyor hem kayyım atamalarını sahiplenmekten kaçınıyor hem de kayyım atama suçunu yargıya yükleme algısını oluşturmak istiyor.
Kayyımlarla ilgili bir itiraf da AKP’nin Adalet Bakanlığı’ndan geldi. Bakan Yılmaz Tunç “Burada kesinleşmiş bir yargı yok; geçici görevden uzaklaştırma ve geçici görevlendirmedir” diyerek aslında yerlerine kayyım atanan belediye eş başkanlarının hiçbir suçlarının olmadığını itiraf etmekle beraber yine kelime oyunu ile kayyım yerine ‘geçici görevlendirme’ kavramıyla gerçeği çarpıtmak istemiştir. Peki vatandaşın lekelenmeme hakkını korumakla görevli olan bir kurumun başında olan bakan ‘hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunmayan herkes suçsuzdur’ ilkesindeki masumiyet karinesi ne olacak? Ya da bu geçici görevlendirme ise ikinci kayyım döneminde beraat eden Ergani Belediye Eşbaşkanı Ahmet Kaya’nın görevine başlatılmamasını nasıl açıklayacaksın?
Günümüzde “gerçeklik” unutturulmaya çalışılan bir kavram. Gerçeklik, muktedirler tarafından kendi bakışları ve çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendiriliyor. “Post-truth”, siyaset alanındaki anlamıyla “gerçek dışı” ya da “gerçek ötesini’’ ifade etmektedir. Resmî tarihler de bir ölçüde post-truth ürünüdür. Günümüzde baş döndürücü bir hızla gelişen enformasyon teknolojisi; iktidarı ellerinde tutanların gerçeği saptırmalarını, üretilen yalanları kitlelere gerçekmiş gibi sunmalarını kolaylaştırıyor. AKP’nin kayyımlar hakkında yaptığı açıklamalar da “Post-truth” açıklamalardır. Kayyımları atayan Cumhuriyet Başsavcılıkları veya yargı makamları değil bizzat AKP’nin İçişleri Bakanı’dır. Kayyım gaspları bir yargı kararı ile değil Erdoğan’ın keyfi idari kararlarıyla gerçekleşmektedir. Ancak bu kararlara sahip çıkamadıkları için yargıyı kendi suçlarına ortak etmeye çalışmaktadırlar.
Ne idüğü belirsizler
Kelime oyunları ile kayyım gerçekliğini saptırmaya çalışan ve yargıyı kendi suçlarına ortak etmek isteyen AKP ve Erdoğan, toplumu ikna edemeyince bu sefer ithamlarda bulunmaya ve niyet okuma faaliyetlerine başladı. Erdoğan; “Seçilmiş başkanlar değil, örgütün atadığı ne idüğü belirsiz tipler tarafından yönetilen belediyelerin şehirleri yerine terör örgütüne hizmet edeceği izahtan varestedir” açıklamasıyla yerlerine kayyım atanan belediye eş başkanlarında bir suç pratiği bulamamış ama ‘örgüte hizmet etmekten izahtan varestedir’ söylemiyle ‘kerametlerini’ (!!!) konuşturmaya başlamış. Yine ‘örgütün atadığı ne idüğü belirsiz tipler’ söylemiyle eş başkanlara hakaret etmeye çalışmıştır. Erdoğan’a cevap sayın Ahmet Türk’ten geldi. Ahmet Türk, “Belediyelerimizde ‘ne idüğü belirsiz tipler’ olmadı olamaz da. Fakat ne idüğü belirsiz tipler 3 dönemdir halkın iradesini gasp etmekte. 50 yılını demokratik siyasete vermiş birine sarf edilen sözleri utanç verici buluyor, yapılan ithamları acizlik olarak görüyorum” dedi. Kendilerinin değil ancak kayyım atayan zihniyetin ve kayyımların ‘ne idüğü belirsiz’ olduğunu ifade etti.
Aslında hem Ahmet Türk hem de Erdoğan yanılıyorlar. Her iki kesim de ‘ne idüği belirsiz tipler’ değiller. Her iki tarafın ‘ne idüğü belirli’. Ahmet Türk ve onun yol arkadaşları olan DEM Partili belediye eş başkanları; 13-14-15 Ocak 2024 tarihlerinde halkın büyük ilgisi ve coşkusu ile ön seçimlerin yapıldığı 3’ü büyükşehir olmak üzere 11 il ve toplam 85 merkezde yaklaşık yüz bin delegenin katıldığı halk oylamasından halkın iradesi ile sandıktan çıkan halkın adayıdırlar. Halkın içinde gelen halk ile beraber toplumcu belediyecilik yapan halkın temsilcileridirler. Erdoğan ve ekibi ise Kürt halkının seçme ve seçilme iradesini tanımayan, Kürtlerin kendilerini yönetme iradesini kabul etmeyen, belediyeye ait bütün kaynakları yandaşlarına peşkeş çeken yağmacılar ve talancılardırlar. O nedenle her iki taraf da ‘ne idiği belirli tiplerdirler’.
Bu mücadele; halkın belirlediği ve temsilci olarak seçtiği toplumcu irade ile halkın kazanımlarına çöken yağmacılar ve talancılar arasındadır. Adını doğru koymak gerekir.