ABD’de ‘fetret devri’ sonuna ulaşmak üzere. Dünyanın gözleri başkanlık seçimlerine çevrilmiş; nefesler tutulmuş bekleniyor. Fetret devri, 21 Temmuz günü Joe Biden’ın adaylıktan çekildiğini açıklamasıyla resmen başlamıştı. Aslında Biden o andan itibaren başkan olma vasfını da kaybetmiş bulunuyordu. Ortaya çıkan otorite boşluğu içinde ipler devlet kurumlarının eline geçerken tahtın varisinin kim olduğu üzerine Kamala Harris’le Donald Trump arasında amansız bir mücadele başladı. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, birçok gözlemcinin kaydettiği üzere tarihlerinde olmadığı kadar kutuplaştılar. Amerikan halkı, bir seçim yarışından çok iç savaşı andıran bir atmosfer içinde sandıklara gidiyor.
Seçim sonuçları, dünya üzerindeki çatışmalı bölgeleri mutlaka etkileyecek. Bu etkinin olası niteliğini anlamak için bu fetret devri sürecinde Anadolu coğrafyasına yakın bölgelerde neler yaşandığına dikkatli bakmak gerekiyor. İsrail’in Lübnan’a girişi ilk bakışta en önemli ve en çok konuşulan fetret devri vakasıydı. Tabii bu işgalin öncesi ve sonrasında gerçekleşen seri suikastlar da bir o kadar sarsıcıydı. İsrail devleti Hamas’ın lideri İsmail Haniye’yi ve onun yerini alan Yahya Sinvar’ı, fetret devrinde öldürdü. Aynı süre zarfında hem İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu’nun hem de Hizbullah’ın komuta kademesindeki kadroların çoğunu elimine etti. Hizbullah’ın ikonik lideri Hasan Nasrallah’ı da öldürme cüretini gösterdi. Bütün bunlar fetret devri içinde mümkün oldu çünkü ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken tek başına Netanyahu’yu dizginleyecek güçte değil görünüyordu. Belki ABD yönetimi de fetret devri boşluğu fırsatından istifade, dizginleri gevşetmeyi tercih etmişti çünkü bütün bunlar olurken İsrail devletinin ardındaki ABD’nin fiili askeri desteği hiç azalmaksızın devam ediyordu.
Üzerinde çok durulmamakla birlikte benzer bir fetret devri hamlesi Ukrayna’dan da geldi. Önce, bazı NATO ülkeleri Ukrayna’ya kendi patentlerini taşıyan silahlarla Rusya toprakları içine atış yapma vizesi verdiler. Daha önce Putin’in savaşı NATO ülkelerine sıçratmaya yönelik tehditkâr itirazları nedeniyle Biden yönetimi Zelenski’nin bu yöndeki taleplerini reddediyordu. Ama bundan da önemlisi, geçtiğimiz ağustos ayında iki yıllık savaş boyunca hiç yaşanmamış bir şey oldu: Ukrayna ordusu Rus topraklarına girerek Kursk bölgesini işgal etti. Rusya, aylardır orayı geri almaya çalışıyor; Zelenski’yse ‘zafer’ sloganıyla Batı ülkelerindeki lobi faaliyetlerini artırarak sürdürüyor.
Özetle, fetret devrinin başlangıcıyla birlikte her iki cephenin de ABD desteğine sahip taraflarında silahlar ateşlendi. İsrail, İran müttefiki olarak gördüğü ve Netanyahu’nun Birleşmiş Milletler genel kurulunda gösterdiği haritada ‘lanetliler’ olarak etiketlediği ülkelere yönelik saldırılarını yoğunlaştırarak doğu ve kuzey yönlerinde karadan da yayılmaya başladı. Bu gidişat yakın zamanda İran’la karadan sıcak temasın da olasılığını yükseltiyor. İsrail’in ilerleyişi, Amerikan devletine İran rejimini devirme yönündeki planlarını hayata geçirme yolunda katalizör etkisi yapabilir. Merkezi otoritenin boşluğunda Ortadoğu’daki kararların çoğunlukla Pentagon ve Centcom tarafından alınma durumunda olduğu gözleniyor. Siyasi sonuçlardan çok askeri güç kıyaslamasıyla hesap yapılarak namluların İran’a çevrilmekte olduğu anlaşılıyor. Türk parlamentosundaki en ırkçı partinin başkanının ansızın ‘açılım’ yapmak istemesi de muhtemelen bu yönelim çerçevesinde verilmiş bir talimatın sonucu.
Kasım yaklaştığındaysa gerek Gazze’deki katliamda gerekse Lübnan cephesinde gözle görülür bir durulma gerçekleştiğine tanık olduk. Bu, katliamların devam etmediği ya da bombardımanların durduğu anlamına gelmiyor. Ama bir yavaşlama ve rölanti hali hissedilebiliyor. Namlular kısmen sustu; bir şeyler bekleniyor. Aynı durum Ukrayna savaşında da geçerli. Rusya 10.000’e yakın Kuzey Kore askeriyle ordusunu takviye ederek özellikle Kursk bölgesine yeniden gözlerini dikti ama henüz büyük bir çatışma haberi gelmedi.
Anlaşılan o ki herkes ABD’deki fetret devri iç savaşının sonuçlanmasını bekliyor. Harris mi Trump mı? Pek yakında öğreneceğiz. Bu bekleyiş, taraflardan biri seçildiği takdirde sahada büyük değişimler olacağı anlamına gelmese de durumun netleşmesi ve yeni ya da eskinin devamı yönetimle koordinasyonun yeniden sağlanması belli ki önemli. Harris’in gelmesi durumunda eldeki tablonun pek değişmeyeceği yorumları yapılıyor. Yine de İran’la askeri çatışma yerine reformcu Pezeşkiyan yönetimiyle uzlaşı içinde kısmi bir dönüşümün yolunu açma opsiyonu bir gerçeklik olarak duruyor. Trump’ın seçilmesi durumundaysa Netanyahu yönetimine koşulsuz destek dolayısıyla Ortadoğu çatışmasının ve sarsıntısının tırmanacağı görülüyor.
Ukrayna cephesinde ise tersi bir durum söz konusu. Harris yönetimi, Rusya karşısında Biden’dan devraldığı şahin pozisyonunu inatla sürdürecek, bu da savaşın devamı anlamına gelecektir. Trump ise, Rus yönetimiyle şahsi gönül bağları olan bir siyasetçi ve iş insanı. O nedenle, Putin’le yapacağı makul bir anlaşma çerçevesinde hemen ateşkes ve barış çabaları içine girmesini beklemek yanlış olmaz. Özetle, Trump’ın Anadolu coğrafyasının kuzeyine barış, güneyine ise daha çok savaş ve ölüm getirme ihtimali yüksek. Harris’in ise kuzeye daha çok savaş ve katliam, güneye ise az ihtimal olsa bile barış getirmesi söz konusu.
Silahlar kısmen sustu ama namlular soğumuş değil; Fetret devrinin galibinin ilanıyla hangi yönlere çevrilecekleri üzerine yeni önerileri hatta emir ve talimatları bekliyorlar. Ortadoğu’da ve Avrupa’nın doğusunda durum asimetrik olarak birbirine benziyor.